27 Ocak 2015 Salı

Sevgiliye...... ♡


IIık bir rüzgar esti,
Nereden geIdi biImiyorum…. Nereye gidiyorsun diye sordum…
ÖzIenen herşeye dedi… AkIıma sen geIdin…
Çünkü özIenen bir tek sendin….


26 Ocak 2015 Pazartesi

iSTANBUL’DA YAPILACAK 25 ŞEY

1- Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı’nı ziyaret edin. Kapalı Çarşı, 1461’den beri var! 60 sokaklı çarşı, insanın başını döndürüyor. Mısır Çarşısı’ndaki baharat kokuları ise bambaşka. Çarşı içinde çok özel lokanta ve kafeler de var. Havuzlu, çok rahat edeceğiniz bir mekan. Yemekler de çok leziz.

2- Mısır Çarşısı’nın iki yanındaki çarşıları çok renkli. Biri peynirciler, diğeri ise hayvanlar ve bitkilerin satıldığı pazar.

3- Balat, saatlerce yürünebilecek bir semt. Binalar, sokaklar, insanlar çok renkli. Bulgar Kilisesi, Fener Rum Lisesi, Patrikhane, eski camiler, Vefa’ya kadar kıvrılan sokaklar... Kış mevsimiyse, Vefa Bozacısı’ndan bir bardak leblebili, bol tarçınlı boza içmeyi de ihmal etmeyin.

4- Moda-Kadıköy arası, muthiş bir gezinti noktası. Çarşılar, rıhtım, çay bahçeleriyle bir gününüzü alır. Buket Uzuner’in ‘Su’ romanını da okumuşsanız bu bölgedeki gezintide daha mutlu olacaksınız.

5- Eminönü ve Mahmutpaşa, damardan İstanbul rotaları. Yeni Cami ile işe başlamak lazım. Boncukçular, sobacılar, çantacılar, gelinlikçiler, çeyiz mağazaları, tencereciler...Ve  dünyanın başka hiçbir yerinde bulunamayacak ses cümbüşü. Kesinlikle abartmıyorum, bir şölene dalacaksınız.

6- Tüm gün süren Şehir Hatları ‘Uzun Boğaz Turu’, İstanbul’a gelen her turistin en sevdiği aktivite. Saat 10.35’de Eminönü’nden kalkıyor. Boğaz’da zikzak yaparak Anadolu Kavağı’na gidiyor. İstanbul’un yalılarıyla ilgiliyseniz her birinin başka bir hikayesi olduğunu öğreneceksiniz. Ve tabii saraylar... İnsanın aklını alan bir güzellik... Vapur, öğlen 2 saat kadar Kavak’ta kalıyor. Midye, balık, waffle yemek, işin geleneği. Bir de yürüyerek kaleye çıkmak lazım. Bu günlerde tadilat devam ettiğinden kale kapalı, ancak yakında açılacak. İnanılmaz bir manzara; Boğaz’ın Karadeniz’e açıldığı noktadasınız... Akşam 6 olmadan Eminönü’ne dönüyorsunuz.

7- İstanbul, yürüyerek keşfedilmesi gereken bir şehir. Çok yeni semtler veya şekilsiz gecekondu mahalleleri dışında, şehrin her yanında bol bol yürünmeli. Ama çok özellikli yürüyüş rotaları var: Kabataş-Ortaköy arası, acayip bir rotadır örneğin. Karaköy-Eminönü, Taksim-Karaköy, Aşiyan-Bebek, Büyükdere-
Yeniköy mutlaka yürünmesi gereken parkurlar. Rumeli Hisarı’nın içine girmeyi, “Bunu o tarihte nasıl da inşa etmişler?” diye hayaller kurmayı unutmayın.

8- Galata çok ‘IN’ semtlerden oldu. Kafeler, barlar, lokantalar gecenin geç saatlerine kadar açık. Bir akşamüstü takılmakta fayda var.

9- Ama son ayların en ‘IN’ semti Karaköy. En güzeli Çukurcuma’dan aşağı, Tophane galerilerini de gezerek yürümek. Karaköy’ü kendiniz keşfedin, neredeyse her hafta yeni bir mekan açılıyor.

10- Her ne kadar fazla turistik de olsa, Ortaköy’ü hâlâ seviyorum. Cumartesi ve pazar sabahları, tüm tezgâhlar açılmışken çok hareketli oluyor.

11- Nişantaşı, başka türlü bir İstanbul. Paris adeta, hatta biraz da Milano. Abdi İpekçi Caddesi mutlaka yürünmeli. Hatta onu kesen tüm sokaklara girip havasını koklayın. Teşvikiye Caddesi, Vali Konağı, hatta Maçka; bir yarım gün daha gider. Özellikle yılbaşı üzeri, ışıl ışıl renkleriyle muhteşem olur Nişantaşı. Birçok Avrupa şehrinden daha gösterişli ve renkli olduğunu söyleyebilirim.

12- Cihangir, bambaşka bir konsept. “Aa, bak o da buradaymış!” konuşmaları için gidiliyor. Ünlüler, paparazziler, onların meraklıları, birisi olmaya çalışanlar, takmıyormuş gibi görünenler... Yakında şehir dışından turlar gelecek herhalde... Her şeye rağmen havasını hâlâ koruyor. Mutlaka biraz dolaşmak, 1-2 kadeh içmek, bir kafede oturmak gerekir.

13- Taksim ve İstiklal Caddesi, zaten mutlaka yolunuzun düşeceği, istemeseniz de geçeceğiniz ana merkez. Nevizade’de bir soluklanmak, Asmalımescit’te biraz takılmak lazım. Tarihi tramvaya bir kez olsun binin. Tünel’e kadar gidip sonra oradan da tünel ile Karaköy’e geçin. İstanbul’un ilk metrosu, dünyanın ilk yer
altı taşımacılık sistemlerinden. Her adımda lokanta veya kafe var, ama çok sevdiğim özellikli bir yerden bahsedeyim: Kebapçı Enver Usta. Tünel’de, Tramvay Sokağı’nda, yer altında minnacık bir kebapçı.

14- Beşiktaş çarşısı, her derde deva. İnanın abartmıyorum, ne isterseniz bulursunuz orada. Hele cumartesi günleri semt pazarı kurulunca, hayatın en ortası haline gelir Beşiktaş. Çarşı içindeki balıkçılar da pek keyifli olur. Meyve sebze halinin ortasında meyhaneler var, acayip severim.

15- Lale mevsiminde İstanbul’da olursanız, ki nisan ve mayıs ayları, Emirgan Korusu bir cennete dönüşüyor. Hele sabah erkenden orada olursanız, kalabalık bastırana kadar koca korunun içinde kendinizi kaybediyorsunuz.

16- Salacak’ta güneşin batışını mutlaka izleyin. Yok böyle bir güzellik! Ayrıca, Kuzguncuk’a kadar yürüyüp bu şahane semtin yokuşlu yollarında fotoğraflar çekin. Hâlâ eski İstanbul, aslında “gerçek İstanbul” kokusu duyabileceğiniz bir semt Kuzguncuk. Zaten film platosu gibi kullanılan sokaklarını mutlaka tanıyacaksınız.

17- Kız Kulesi’ne gidebilirsiniz. Üsküdar ve Ortaköy’den seferler var. Bir kahve içmek, hafif bir şeyler atıştırıp manzarayı seyretmek, emsalsiz bir zevk.

18- İlle de bir AVM görmek isterseniz, İstinye Park’ı öneririm. Artık bir klasik. Özellikle kış günlerinde insana iyi gelen bir havası var. Meyve-sebze pazarı çok aydınlık ve renkli. Ayrıca Kanyon da, İstanbul’a gelenlerin farklı bir AVM görüp fast-food dışında şık lokantalarda yemek yemek için tercih ettikleri bir adres. En yeni ve şık alışveriş merkezimiz ise Zorlu.

19- Florya’daki İstanbul Akvaryum binlerce çeşit balık ve deniz canlısıyla, dünya çapında bir akvaryum. 5D sinemaları, balık besleme saatlerindeki şovlar müthiş. 5 tane kafe var, ama Emirgan Sütiş’in şubesini Marmara Denizi’ni seyrederek denemek ayrı bir keyif. 

20- Yaz aylarında onlarca festival var. Her akşam gidilecek birkaç konser, oyun, gösteri arasında seçim yapmakta zorlanacaksınız.

21- Kış aylarında da küçük tiyatro gruplarının mağazalarda, dairelerde sahneledikleri oyunlar, sanata alternatif bir bakış açısı getiriyor.

22- Ve tabii gece hayatı. Artık uzmanlık alanım değil; ama ne ararsanız, kaçta gitmek isterseniz, nasıl müzik isterseniz, hepsi var. Şu anda dünyanın sayılı gece hayatı noktalarından biri İstanbul. İsimleri yazılmaz bile, her an İzzet Çapa veya Doors grubu yeni bir yer açıyor. Cihangir, Çukurcuma, Nişantaşı, Boğaz hattı, Karaköy... Aylarca her gece gezseniz, İstanbul’un gece hayatı bitecek gibi
değil. Ne enerji yeter ne maddi imkan. En iyisi biraz ön çalışma yapıp size en uygun yerlere rezervasyonla gitmek.

23- Erguvan zamanı baharın ilk sıcak günlerine denk geliyor, İstanbul başka türlü güzel oluyor. Hem Asya hem Avrupa yakasında bol bol yürüyün, Çamlıca Tepesi’ne çıkın. Mümkünse bir Boğaz turu da o zaman yapın.

24- Anadolu Kavağı, İstanbul’un en bakir semtlerinden biri. Üstelik Poyrazköy’de, son derece temiz bir denizde plaj keyfi de yapabilirsiniz. Anadolu Kavağı’na son yıllarda yerleşen sanatçıların küçük atölye dükkanları çok ilginç. Yukarı, Yoros Kalesi’ne kadar yürüyüp sonra sahilde harika bir balık sofrasını hak edebilirsiniz.

25- Adalar gezintisi bence bu dünyada yapılacak en iyi gezilerden.

25 Ocak 2015 Pazar

Chef Meryl's Turçinik ( PATLICAN SALATASI) Tarifi







Turçinik ( Patlıcan Salatası)


Malzemeler,

. 3-4 adet uzun etli patlıcan
. 2 adet domates
. 3-4 adet sivri biber
. 3-4 diş sarımsak,
. 3 yemek kaşığı sirke
. 2-3 yemek kaşığı sıvı yağı,
. tuz,




Yapılışı,

. Közmatik yada mangalda patlıcanları ve sivri biberleri közleyelim. Kabuklarından ayırıp bir kaba iri iri doğrayalım. Bir güzel sarımsak dövücüyle iyice ezelim. Üzerine dövüşmüş sarımsağı, rendelediğimiz domatesi, sirkeyi , sıvı yağı ve tuzu ilave edip iyice karıştıralım.

. Servis tabağına alıp servis edelim.

Chef Meryl's Nemse Böreği Tarifi










Gereçler:

1 ölçü yaprak hamuru
İçi: 1 kahve fincanı un
1 yemek kaşığı tepeleme tereyağı veya margarin
1 ½ bardak tavuk suyu
2 adet yumurta sarısı
1 adet koyun beyni
 
½ bardak tavuk eti (pişmiş, doğranmış)
50 gram mantar
50 gram jambon
tuz-karabiber
1 fiske hindistancevizi


Yapılışı:


1. Bir ölçü yaprak hamuru hazırlayın.
2. Hamuru 3-4 mm incelikte açın, 7-8 cm çapında nemse kalıbıyla yuvarlak hamurlar kesin.
3. Hamurların yarısını tepsiye sıralayın. Kalan yuvarlak hamurların ortasını 4 cm çapında tırtıklı yuvarlak kalıpla kesin. Tepsideki hamurlara yumurta sürdükten sonra kesilen hamurları yerleştirin. Hamurların üzerine yumurta sürün.
4. Önce kızgın fırında 10 dakika sonra orta ısıda 20 dakika pişirin. Küçük hamurları bir bıçak yardımıyla ortasından çıkartın. Boşlukları börek içiyle doldurun. Üzerine küçük hamurları kapatıp servis yapın.
İçin yapılışı: 
Unla yağı biraz kavurun. Tavuk suyunu azar azar katıp karıştırarak pişirin. Ateşten indirince 1 yumurta sarısı, pişmiş ve doğranmış tavuk eti, beyin, mantar, jambon, tuz, karabiber ve hindistancevizi katın.

23 Ocak 2015 Cuma

AYAKKABI 👟 SEÇİMİNDE NELERE DİKKAT ETMELİYİZ 👟 👣 👟


Ayakkabı seçiminde nelere dikkat etmeli?

Ayakkabı ölçüsünü en uzun parmağa göre seçin
Ayakkabı alırken eni geniş, dar kalıp ayakkabı ya da yarım numara seçeneklerini sorun.
Normalden küçük ayakkabılar ayağınızı sıkar büyükler ise düşmenize neden olabilir.
Yeni aldığınız ayakkabıları ayağınıza zarar vermeden uyum göstermesi için giyme süresi aşama aşara artırın. Birkaç gün sonra ayakkabı ayağınıza daha iyi uyum sağlayacaktır
Ayak ölçünüzün yaşla beraber arttığını unutmayın
Her iki ayak ölçünüzün birebir aynı olamayacağı ihtimalini düşünün
Ayaklarınızın günün sonuna doğru şiştiğini unutmayın
Eni geniş veya dar kalıp ayakkabı ve yarım numara seçeneklerini sorun
Ayakkabının parmakların yeterince rahat sığabildiği genişlikte olması gerektiğini unutmayın.


22 Ocak 2015 Perşembe

Chef Meryl's Maklube Tarifi

Maklube Tarifi'nin Malzemeleri

500 gr kuşbaşı doğranmış et.
2 su bardağı pirinç
2 adet patates
1 yemek kaşığı tereyağı
tuz

Maklube Tarifi'nin Yapılışı

Derin bir tencerede etleri kavurun.

Etleri tencereden almadan üzerine yıkadığınız pirincin yarısını dökün.

Halka halka kestip kızarttığınız patatesleri pirincin üzerini kaplayacak şekilde dizin.

Üzerine kalan pirinci dökerek düzeltin. Pirinçlerin üzerine 1 yemek kaşığı tereyağını minik parçalara ayırarak koyun.

Tuzu ve pirinçlerin üzerini bir parmak kadar geçecek sıcak suyu ilave ettikten sonra kapağını kapatın.

Karıştırmadan kısık ateşte pişirin. Pilav demini aldıktan sonra bir tepsinin ortasına etler üst kısımda kalacak şekilde tencereyi çevirin.

Pilavın etrafını isteğinize göre hazırlamış olduğunuz salata ve yoğurt ile süsleyin. Biz resimdeki gibi süsledik siz de kendi zevkinize göre servis yapabilirsiniz. Afiyet olsun..

Posted via Blogaway

19 Ocak 2015 Pazartesi

Kabızlık ve Şişkinlik Problemlerine Karşı Çözüm Önerileri

Özellikle kadınların en çok şikayetçi olduğu sorunlarından biri karın şişkinliği. Stres ve birçok faktör şişkinliğe yol açabiliyor. Nedenini bilirsek, çöüzümüne kolay ulaşabiliriz. Bugün şişkinliğin 70’e yakın nedeni olduğu biliniyor. Siroz, nefrotik sendrom, tüberküloz, Akdeniz ateşi gibi hastalıkların karın bölgesinde şişkinlik ve ödeme yol açtığı tıbbi bir gerçek. Fakat ciddi bir sağlık sorunu olmayan, hatta tamamen sağlıklı kişilerde bile şişkinlik gözlenebiliyor.

KABIZLIK 

Genellikle 3 günden fazla süren kabızlık probleminde, karın şişliği ve vücudun ödem tutması doğaldır. Bağırsakların doluluğu karın bölgesine yansır ve kişi genelde karnının alt bölümü olmak üzere bazen tamamını şiş hissedebilir. 

Kabızlığın yaygın nedenleri: Yetersiz sıvı tüketimi, yetersiz lif tüketimi, düzensiz beslenme, hareketsizlik ve stres. 

Kabızlıkla savaşmanın yolları: Günde 2-2,5 litre sıvı tüketimine özen gösterilmeli. Çiğ sebze, sebze yemekleri ve meyveler günlük beslenme düzeninde mutlaka yer almalı. Kabuklu tüketilebilen meyvelerin kabuğunun soyulmaması önemli. Uzun süre aç kalmamak ve gün içerisinde 3 saatte bir düzenli beslenmek kabızlıkla mücadele ederken en önemli faktörlerden biri. Gün içerisinde yapılacak yarım saatlik kısa yürüyüşler ve stres koşullarının iyi yönetimi de kabızlığın çözülmesi için gerekli. 

Kabızlık için soframızdaki ilaçlar: Kuru kayısı, kuru erik, kuru incir, kivi, ananas, kayısı, ıspanak, semizotu. 

Kabızsanız bir süre tüketmeyin: Muz, şeftali, tatlı elma, asitli içecekler, beyaz ekmek. 

HORMONAL DEĞİŞİMLER VE REGL DÖNEMLERİ 

Regl dönemleri öncesinde birçok kadının ortak şikâyeti şişkinlik hissidir. Özellikle PMS (Premenstrüal Sendrom) sorunu yaşayan kadınlarda şişkinlik hayatı kâbusa çevirebilir. 

Regl öncesi şişkinliğin yaygın nedenleri: Aşırı tatlı tüketimi, yanlış karbonhidrat tüketimi, yetersiz sıvı tüketimi, yağlı besinlerin aşırı tüketimi, asitli içecek tüketimi, aşırı tuz tüketimi. 

Regl öncesi şişkinlikle savaşmanın yolları: Günde 2-2,5 litre su tüketmeye özen gösterilmeli. Beyaz şeker ve beyaz un içeren besinlerin tüketimi minimal düzeye indirilmeli, mümkün olduğunca tam tahıllı ekmek ve tam tahıl ürünleri tercih edilmeli. Tatlı ihtiyacı hissedildiğinde, meyve ve bitter çikolata ile karşılanması daha sağlıklıdır. Asitli ve kafeinli içecek tüketimi bu dönemde şişkinlik hissini ciddi derecede artırır. Şişkinlik hissinin azalması için az tuzlu besinler tercih edilmeli, salamura, turşu, konserve gibi tuz içeriği yüksek besinler bu dönemde tüketilmemelidir. Yağ, midede uzun süre kaldığından ötürü kızartma, kavurma gibi yağ içeriği yüksek besinler şişkinlik hissini artırır. Tenecere yemekleri, ızgara ve fırında pişirilmiş yemekler tercih edilmeli, yemeklere mümkün olduğunca az yağ eklenmelidir. 

Regl öncesi şişkinlik için soframızdaki ilaçlar:
 Maydanoz, semizotu, yeşil çay, kiraz sapı çayı. 

Regl öncesindeyseniz bir süre tüketmeyin:
 Beyaz şeker, beyaz un, kolay sindirilebilir pirinç gibi diğer karbonhidrat çeşitleri, asitli içecekler, konserve, turşu, salamura besinler, kızartma, kavurma, yağlı et çeşitleri, tavuk derisi. 

YEMEK YERKEN YAPTIĞIMIZ HATALAR 

Hızlı yemek yemek, yemek yerken konuşmak, yemek yerken aşırı sıvı tüketimi gibi durumlar karnımızın şişmesine neden olabilir. Yemek yerken konuşmak, hava yutmayı kolaylaştırdığından ötürü karnımızı daha şiş hissetmemizi sağlar. Asitli içecekler de benzer etkiler gösterir. 

Yemek yerken yapılan hataların yaygın nedenleri: Asitli içecek tüketimi, yemeğe zaman ayırmamak, yemek yerken TV izlemek, yemek yerken konuşmak, yemek yerken aşırı sıvı tüketmek, sosyal yemeklerde konuşarak besin tüketimi, tatlandırıcı içeren içecek ve sakızların aşırı kullanımı 

Yemek yerken yapılan hatalar ile savaşmanın yolları: Yemeğe zaman ayırmalı ve iyi çiğneyerek besin tüketilmelidir. Mümkün olduğu kadar yemek yerken konuşulmamalı ve başka işlerle ilgilenilmemesi gerekir. Yemek esnasında aşırı sıvı tüketiminden kaçınılmalı ve tüketilecekse bile asitli içecekler tercih edilmemelidir. 

Yemek yerken yapılan hatalara karşı soframızdaki ilaçlar: Yemek sonrası maden suyu tüketimi, yemekten sonra hemen uzanmamak veya uyumamak, yemekleri iyi pişirmek. 

Bir süre uzak durun: Tatlandırıcı içeren içecekler ve sakızlar, asitli içecekler. 

GAZ PROBLEMLERİ

Bazı sindirim sistemi hastalıkları, yemek yerken yapılan bazı hatalar, düzensiz ve dengesiz beslenme gaz problemlerine yol açabilir. 

Gaz problemlerinin yaygın nedenleri: Hızlı yemek yemek, yemek yerken asitli içecek tüketimi, reflü ve gastrit gibi bazı sindirim sistemi sorunları, aşırı lifli beslenme, gaz yapan bazı besinlerin aşırı tüketimi, probiyotik ürünlerin yanlış kullanımı. 

Gazla savaşmanın yolları: Yemekler mümkün olduğunca yavaş ve iyi çiğnenerek tüketilmeli. Yemek esnasında asitli içecek tüketiminden ve konuşmaktan kaçınılması gerekli. Aşırı lifli beslenmekten (sadece çiğ sebze ve meyve ağırlıklı beslenme) kaçınılmalı. Ek lif takviyesi alınıyorsa bir süre için bırakılması uygun olacaktır. Probiyotik ürünlerin tüketim miktarlarına dikkat etmek gerekir. Kurufasulye, nohut gibi kurubaklagiller bir gece önceden suda bekletilmeli ve bekletilen suda pişirilmemelidir. Meyvelerin kabuğu soyularak tüketilmelidir. Laktozsuz sütler tercih edilmelidir. 

Gaz problemlerine karşı soframızdaki ilaçlar: Adaçayı, yemek sonrası maden suyu tüketimi, yavaş besin tüketimi. 

Gazınız varsa bir süre tüketmeyin: Karnabahar, brokoli, iyi pişmemiş kurubaklagiller, pişmemiş soğan ve sarımsak, yeşil soğan, lahana, mor lahana, aşırı miktarda salata, laktozu ayrılmamış süt ürünleri. 

LAKTOZ İNTOLERANSI 

Doğuştan olabileceği gibi sonradan da gelişebilen bir sindirim sistemi problemi olan laktoz intoleransı; ciddi karın şişliğine ve gaz problemlerine yol açabilir. Laktoz; süt ve süt ürünlerinde bulunan bir çeşit karbonhidrattır. 

Laktoz intoleransının yaygın nedenleri: Doğuşsal, süt ve süt ürünlerinin uzun süre tüketilmemesi, reflü ve gastrit gibi bazı sindirim sistemi sorunları. 

Laktoz intoleransı ile savaşmanın yolları: Doğumsal olmayan laktoz intoleransında; süt ve süt ürünlerinin uzun süre tüketilmemesi en önemli etmendir. Bu nedenle süt ve süt ürünlerini beslenme düzenine yeniden eklemek gerekir. Sonradan gelişen (sekonder) laktoz intoleransında; bir süre gaz problemi çıkarsa dahi günde 1 bardak sütün düzenli tüketiminin zamanla vücudu laktoza yeniden alıştırabildiği bilinir. Süt her durumda şişkinlik yapmaya devam ediyor ise süt yerine yoğurt ve peynir tercih edilebilir. 

Laktoz intoleransına karşı soframızdaki ilaçlar:
 Laktozsuz süt, laktazlı süt, yoğurt, probiyotik yoğurt, probiyotik içecek. 

YUMURTALIK KİSTLERİ VE BAZI DOĞUM KONTROL YÖNTEMLERİ 

Yumurtalık kistlerinin ve bazı doğum kontrol yöntemlerinin şişkinliğe sebep olduğu biliniyor. Genelde bu tür şişkinlikler, dönemsel tekrarlıyor. Bu dönemlerde regl öncesinde dikkat edilmesi gerekenlere özen gösterilmesi gerekiyor. 

OBEZİTE
 

Karın bölgesindeki aşırı yağ dokusunun şişkinlik hissine ve sindirim sistemi problemlerine neden olduğu biliniyor. Bu durumda kişinin ideal kilosuna dönmesi önem taşıyor. 

Chef Meryl's Sufle Tarifi



Sufle Tarifi İçin Malzemeler:

  • 100 gr bitter çikolata,
  • 200 gr margarin,
  • Yarım su bardağı un,
  • 3 adet yumurta,
  • Yarım su bardağı pudra şekeri.

Sufle Yapılışı

Tavaya bitter çikolatayı, margarini koyalım ve kısık ateşte eritelim.
İçine unu ilave edelim ve karıştıralım.
Bir kabın içine yumurtaları, pudra şekerini koyalım ve iyice çırpalım.
İçine çikolatalı karışımı ilave edelim ve çırpalım.
Varsa sufle kabını, yoksa kağıt bardakları yağlayalım.
Hazırladığımız karışımı eşit miktarda kağıt bardaklara paylaştıralım.
Önceden ısıtılmış 200° fırında 8-9 dakika pişirelim.
Suflemizi sıcak sıcak servis yapalım. Afiyet olsun.

14 Ocak 2015 Çarşamba

Chef Meryl's Limonlu Cheesecake Tarifi


LİMONLU CHEESECAKE TARİFİ
İlk yaptığım Cheesecake en sevdiğim meyve çilekliydi ve misafirlerim ''mümkün değil inanmıyoruz kesin Pelit'ten almışsınız bunu '' diye tepki vermişlerdi :)


Eger ilk kez 

cheesecake yapıyorsanız diye aşamalarını fotoğraflayıp tarife ekledim ve püf noktalarını da tarif içerisinde belirttim.Hadi size kolay gelsin ozaman :)

Limon peltesine gelen birçok yorumdan sonra yumurtalı ve yumurtasız olmak üzere iki ayrı pelte tarifi yayınlıyorum tercih size kalmış :)

Ne Lazım ? 
Cheesecake Tabanı İçin 
2 paket Eti Burçak 
2 çorba kaşığı tereyağı 

Dolgu Malzemesi 
1 paket krema
2 paket labne 
3 çorba kaşığı un
1 su bardağı şeker
2 yumurta
1 paket vanilya
Yarım limon suyu


Limon Peltesi İçin (yumurtalı )
1,5 limon suyu
1 çorba kaşığı nişasta
1 su bardağı su 
1 tane yumurta
2 tatlı kaşığı toz şeker 
1 çay kaşığı vanilya 

Limon Peltesi (Yumurtasız)

2 limon suyu
2 çorba kaşığı nişasta
1,5 su bardağı su 
2 tatlı kaşığı toz şeker 
1 çay kaşığı vanilya 

Kalıp olarak ben İkea'nın kırmızı kelepçeli kalıbını kullanıyorum çok memnunum tavsiye ederim.

Hadi Yapalım :)

İlk olarak cheesecake tabanımızı oluşturmak için bisküvileri elimizle veya rondo ile un haline getirelim.Tereyağını eritip bisküvilerle iyice karıştırarak bisküvilerin tereyağını içine çekmesini sağlayıp yağlı kağıt serdiğimiz kalıbın tabanına elimizle sıkıştırarak tabanı oluşturalım.Tüm dolgu malzemesini derin bir kaba alıp çırpma teli veya çatal ile(rondo veya blendar kullanmayalım çok sulu hale geliyor ) iyice çırpıp hazırladığımız tabanın üzerine dökelim ve 180 derece fırında üzeri hafif sararana kadar pişirelim.(Fırından çıkardığınızda dolgu kısmı size pişmemiş gibi gelebilir panik yok soğudukça toparlanacak)Fırından çıkardığımız şekli ile oda sıcaklığında ılımasını beklerken diğer taraftan peltesini hazırlamak için pelte malzemelerinin hepsini iyice çırpıp sürekli karıştırarak pişirelim ve ılımış cheesecakemizin üzerine döküp buzdolabına koyalım.İşte bu aşamadan sonra bu harika lezzeti yemek için biraz sabırlı olmak gerekiyor en az 6 saat veya 1 gece buzdolabında bekletmek gerekiyor.Dolaptan çıkardıktan sonra limon dilimleri,çikolata sos veya pasta süsleme malzemeleri ile süsleyip afiyetle yiyebilirsiniz :)

Hamiş : Ben cheesecake ne ise dolgu malzemesine mutlaka aromasını vermesi açısından; limonlu ise limon suyu,çilekli ise ya çilek suyu ya da çilek reçeli koyuyorum.
Hamiş 2 : Eğer taban malzemesini biraz daha değişik hale getireyim diyorsanız iyice dövülmüş ceviz,fındık,badem veya toz şeker de koyabilirsiniz.









Samsung Mobile tarafından gönderildi

13 Ocak 2015 Salı

Başka ülkelerde bu lezzeti tatmanız mümkün değildir. Karadeniz'den Ege'ye Akdeniz 'e bu coğrafyaya ait en iyi 10 lezzetli balık türüne bakalım


Türkiye’nin en lezzetli 10 balığı





Balık avlama yasağı kalktı, balık nihayet biraz olsun ucuzlayacak. Biz de bu vesileyle gurmeler, su ürünleri ve hal uzmanlarından oluşan jürimize Türkiye'nin en lezzetli 10 balığını sorduk.

Hangi denizin balığı, hangi mevsim güzel olur? Hangisini nasıl pişirmeli? Balık kışın mı lezzetlidir yoksa yazın mı? En sevilen balık hangisi, hangi çifllik balığı listeye girdi? Hem küçüğü, hem büyüğü makbul olan balık hangisi? Jüri üyelerinin tamamının asma yaprağıyla yenmesini tavsiye ettiği balık hangisi? Hangi balık beyaz şarapla şahane pişiyor? İşte Türkiye'nin en lezzetli balıkları.

LÜFER: Yağlı lüfer ızgarada güzel

Lüferin Ağustos-Kasım ayları arasında yenmesi tavsiye ediliyor. En lezzetli lüfer İstanbul Boğazı'ndan çıkıyor. En iyi pişirme şekli ızgara yapmak. Gurme Engin Akın, eylül sonrasında yağlanan balığı mutlaka ızgarada yediğini söylüyor. Herkes iki yıl önce yaşanan lüfer bolluğundan bahsediyor. Bugün tanesi 10-12 milyon lira. Küçükten büyüğe defne yaprağı, çinekop, kabaçinekop, sarı kanat, lüfer, kabalüfer ve kofana adlarını alıyor. İstanbul Boğazı'nda Yeniköy Feneri, Çengelköy, Vaniköy, Üsküdar ve Kumkapı başlıca av yerleri. Balıkçılar kurnaz balığı avlamak için uzun olta, at-çek, kamış ve mavruka ya da çarpma kullanıyor.

PALAMUT: Kızartırken zeytinyağı kullanın

Eylül sonundan kasım ayı ortasına kadar yenebilir. Tam bir Boğaz balığı. Ancak ağustosta Karadeniz'in çingene palamutu da güzel oluyor. Izgarası tavsiye ediliyor. Tuğrul Şavkay kızartmasının mutlaka zeytinyağında yapılması gerektiğini söylüyor. Çifti 5-7 milyon lira arasında. Büyük sürüler halinde sonbaharda İstanbul Boğazı'ndan güneye iniyorlar. Boyuna göre palamut vanozu, kestane palamudu, palamut, zindandelen, torik, sivri, altıparmak ve peçuta (+65 cm) adlarını alıyor. Çingene palamutu için en uygun avlanma şekli çapari ile yapılanı.

HAMSİ: Büyüdükçe tatsızlaşıyor

Aralık-Ocak döneminde Karadeniz'in hamsisi güzel oluyor. Marmara hamsisi daha büyük ama daha az lezzetli. Buğulaması tavsiye ediliyor. İstanbul Su Ürünleri Hali Müdürü Hakan Farımaz ızgarasını da tavsiye edebileceğini söylüyor. Hafızası 8 saniye, kilosu 2 milyon lira. Ortalama boyu 12 santimetre. Ancak 20 santimetreye kadar olanlarına rastlanıyor. Olta avı yapılmamasına rağmen, Boğaz'da ince çapari takımına atladıkları oluyor. Ama iğnenin mutlaka sinek olması gerekiyor.

BARBUNYA: Pilakisi tavsiye edilir

Derin su balığı olduğu için Karadeniz gibi Ege ve Akdeniz'in de barbunyası lezzetli. Nisan-Mayıs ayları arası en uygun zamanları. Pilakisi tavsiye ediliyor. Gurme Hülya Ekşigil tavada yiyebildiği tek balık olduğunu söylüyor. Kilosu 35 milyon lira. Kumluk ve çamurlu diplerde yaşıyor. Ağ ve oltayla avlanıyor. Ağ kullanıldığında mutlaka güneş doğmadan toplamak gerekiyor, aksi halde diğer balıklara yem oluyor. Olta ile avlanacaksa yem olarak ya deniz kurdu, ya da deniz solucanı kullanılıyor.

LEVREK: Çiftlik balığı listeye girdi

Çiftlik levreği için en uygun dönem Haziran-Temmuz ayları. Ege'deki balık çiftliklerinde yetiştiriliyor. Izgarası tavsiye ediliyor. Hakan Farımaz kağıtta kebabını da öneriyor. Kilosu 6 milyon 500 bin lira. Ege ve Akdeniz'de 20 kilo ağırlığa kadar ulaşabiliyor. Avlarken kullanılan başlıca yem karides. Sese çok duyarlı bir balık olan levrek, sandala kepçe ile alınıyor. Avcıların en gözde av yöntemleri levrek çaparisi ve bırakma oltası. Bırakma oltası avcıya birden fazla yere olta atma imkanı veriyor ama sık sık oltalar ve yemler kontrol ediliyor.

TORİK: Lakerdanın iyisi parmak yedirtir

Bir Karadeniz balığı olan torik için en uygun dönem Ekim-Kasım ayları. Saldırgan ve yırtıcı bir balık olmasıyla ünlü. Izgarası öneriliyor. Mustafa Oğuz iyi yapılmış lakerdasını şiddetle tavsiye ediyor. Orta boylarının çifti 40 milyon lira. Avlarken yünlü kullanılıyor. Yünlü, balık şeklinde kurşundan dökülmüş zokaya deniyor. Av sırasında torik yünlüyü dişlediği için her atış çekişte matlaşma var mı diye yünlü kontrol ediliyor.

KALKAN: Izgarası mı, kızartması mı?

Bir başka Karadeniz balığı olan kalkan için en uygun zaman Aralık-Şubat ayları. Tavası öneriliyor ama Hülya Ekşigil kızartmanın küçük balıklara daha iyi gittiğini, kalkanda ise ızgarayı tavsiye ettiğini söylüyor. Kilosu 30 milyon lira. Kumluk, çamurluk ve midyelik alanlarda yaşıyor. Avcılığı dip ağları ve paraketayla yapılıyor. Paraketa çok uzun binlerce iğnesi olan bir olta ve bununla kalkan avlamak zahmetli bir iş. Kalkan insanlar kadar köpekbalıkları ve yunusların da mönülerinin başında yer alıyor.

SARDALYA: Sardalyanın tam zamanı

Sardalya için en uygun zaman içinde bulunduğumuz Eylül dönemi. Bir Ege balığı ama Çanakkale'nin sardalyası özellikle methediliyor. Bütün jüri üyeleri tartışmasız asma yaprağında pişirilen sardalyayı tavsiye etti. Ali Sirmen kağıtta da iyi olacağını söylüyor. Kilosu 3-4 milyon lira. Büyük sürüler halinde ilkbaharda Ege'den Marmara'ya geçiyorlar. 20-30 köstekli çapariyle bilhassa Çanakkale Boğazı'nda, Gelibolu ve Saros'ta avlanıyorlar.

USKUMRU: Beyaz şarapla şahane oluyor

En güzel uskumru Kasım-Ocak ayları arasında Marmara ve Karadeniz'den çıkıyor. Yağlı bir balık olduğu için ızgarası güzel oluyor ancak İsmail Cengiz bu balığı özellikle kapari ya da beyaz şarap soslu olarak öneriyor. Büyüklerinin tanesi 2,5 - 3 milyon lira. Altmışlı yılların ideal balığının kirlilik ve aşırı avlanma nedeniyle nesli tükeniyor. Bugün sadece Çanakkale Boğazı ve Saros'ta bir miktar av veriyor. Uskumru avlamak için kınalı kaz tüyünden yapılan uskumru çaparisi kullanılıyor.

MERCAN: İdeal yaz balığı

Lezzeti kadar pembe rengiyle görünümü de güzel olan bir balık. Temmuz-Haziran ayları arasındaki av yasağı döneminde yemek için ideal. Her yerden çıkıyor ama Ege mercanı daha bir meşhur. Izgarası tavsiye ediliyor, ancak Engin Akın mutlaka limon ve maydonozla yenmeli diyor. 1-3,5 kiloluk küçük kasalar, 30 - 45 milyon liraya satılıyor. Bir tanesinin ağırlığı 15-20 kiloya kadar çıkabiliyor, fakat lezzet açısından yarım ile bir kilo arası olanları makbul. En verimli ayları nisan ve mayıs. Başlıca yemleri arasında kalamar, karides ve midye var. Avcılar mercan avına zokalı mercan takımı, iskandilli mercan takımı ya da dip sürütmesi takımı ile çıkıyor.

Fiyatlar haftaiçi İstanbul Kumkapı Balık Hali'nden, av bilgileri Ali Pasinler’in ‘Balık ve Olta’ adlı kitabından alınmıştır.

Hangi mevsimde hangi balıkları🐠🐟🐋🐡 yememiz gerekiyor


Balıkta şeker, karbohidrat yok denecek kadar azdır. Protein açısından ise son derece zengindir. Bu özellikleri nedeniyle son derece sağlıklı bir yiyecektir. 100 gram yağlı balık yaklaşık 22 gram, yağsız balık ise 10 gram protein içerir. Balık aynı zamanda proteininden en çok faydalanılan besin türüdür. İnsan vücudu bu proteinin %93’ünden faydalanır. Bu oran kırmızı etlerde ve diğer beyaz etlerde çok düşüktür.
Balık az karbohidrat içermesinin yanı sıra madensel tuzlar ve mineraller açısından son derece zengindir, bol miktarda fosfor, kalsiyum, iyot ve flor içerir. Balık eti A, B1, B2 ve D vitaminleri açısından da zengindir.
Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemiz, her geçen gün artan çevre kirliliğine rağmen balık çeşitleri açısından son derece zengin bir ülkedir. Deniz balıkları siyah etli-beyaz etli, yerli ve göçmen olarak sınıflara ayrılırlar. Beyaz etli balıkların sindirimi siyah etlilere nazaran daha kolaydır. Jelatin içerdiklerinden haşlamaya elverişlidirler. Tavası, ızgarası, yağlı oldukları mevcsimlerde de ızgarası yapılır. Bunlara örnek olarak barbunya, tekir, levrek, kefal, lüfer, kalkan, mercan, çipura, dil, pisi ve kırlangıçı gösterebiliriz.
Torik, palamut, uskumru, kolyoz, kılıç, hamsi, sardalya, gümüş gibi balıklar da siyah etli balıklar sınıfına girerler. Bu balıklar beyaz etlilere nazaran daha yağlıdırlar ve daha az jelatin içerirler. Bu nedenle haşlamaya uygun değildirler ve hazımları daha zordur.
BARBUNYA:
Denizlerimizin bu tatlı balığı genellikle Ege ve Akdeniz’de bulunur. Yerli bir balık türü olan barbunya sıcak ve ılık denizlerin kıyıya yakın olan kumlu ve çamurlu diplerinde, az olmakla beraber kayalık yerlerde yaşar.Genelde 17 ila 20 cm arasında olup nadiren 40 cm’ye kadar çıkar. Kaya Barbunyası, Kum barbunyası, Ot barbunyası ve Paşa barbunu diye dört çeşidi vardır. Bunların içinde en makbulu kaya barbunyasıdır. Sırtı kırmızı ve karın kısmı beyaz olan kaya barbununun sırtında hiç gri leke bulunmaz. Kum ve ot barbunyasında ise sırt gri ile kırmızı renklerin karmaşası halindedir. Paşa barbununun her iki yanında, çeneden kuyruğa doğru sarı bir şerit bulunur. Tekir ile çok karıştırılan bu balığın en lezzetli zamanı Temmuz ile Ekim ayları arasıdır. Bu süre zarfında tavası, ızgarası ve kağıtta kebabı çok güzel olur. Tekirden en büyük farklılığı kafasının daha uzun oluşudur. Tekirin kafası küttür ve çene altında iki adet sakalı bulunur.

TEKİR:
Barbunyaya çok benzeyen ve yakın akrabası olan bu balık bütün denizlerimizde avlanır. Karadeniz ve Marmara’da avlanılanlar 6 ila 10 cm arasındadır. Ege ve Akdeniz’de ise boyları Barbunya’yı yakalar. Çene altı bıyıklarının uzunluğu, küt kafası ve birinci sırt yüzgeçindeki sarı-siyah benekleri ile Barbunya’dan ayrılır. Dört mevsim yenebilecek bu balığın en lezzetli zamanı, aynen Barbunya’da olduğu gibi Temmuz-Ekim ayları arasıdır. Tavası ve kağıt kebabı çok güzel olur.

ÇİPURA:
Ege’nin meşhur yerli balığı olan ve küçük sürüler halinde gezen Çipura son yıllarda çiftliklerde de üretilmeye başlanmıştır. Çipura Elips biçiminde yassı vücudu, beyaz karnı, koyu gri sırtı ve pembemsi yanakları ile tanınır. Atlas Okyanusu, Kuzeybatı Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de bulunur. Bir zamanlar Marmara Denizi’nde de yakalanan ve Alyanak adıyla tanınan bu balığın maalesef nesli tükenmiş bulunmaktadır. Genelde 20 ila 35 cm arasındadır. Ancak 6-7 kg’ya varanlarına da rastlanmıştır. Her mevsimde zevkle yenebilen bu balığın ızgarası, buğulaması, çorbası, fırını çok güzel olur. Izgara için ideal büyüklük 250 ila 350 gram’dır (3 ila 4 adet/kilo). Daha büyüklerinin fırında pişirilmesi tercih edilmelidir.Buğulama ve çorba için her boyu kullanılabilir. Tadı nefis olan bu balığı katkısız, yani ızgara veya fırında yenmesi tercih edilmelidir. İsparoz ve lidaki bu türün küçük çeşitleridir.

KARAGÖZ:
Çipuranın yakın akrabası olan Karagöz, elips şeklinde, yassı, gümüşi pulları olan yerli bir balıktır. Baltabaº, Sivrigaga, Sargos ve Mırmır gibi çeşitleri vardır. Ortalama 20-25 cm, en 50 cm boyunda olur. Yazın taşlık ve yosunluk, midyesi bol yerlerde yaşar. Kışın derin sulara çekilir. Her mevsimde yenebilen bu balık, özellikle Mayıs-Temmuz ayları haricinde daha yağlı ve lezzetlidir. Aynen Çipura gibi ızgarası, buğulaması, fırını ve çorbası çok güzel olur. 1 kg ve daha büyüklerinin fırını tercih edilmelidir.

DİL BALIĞI:
Dil balığı da yerli balıklarımızdan olup Ege ve Akdeniz’de bolca yakalanır. Her mevsimde yenebilir. En lezzetli zamanı kasım ilâ şubat ayları arasıdır. Tavası çok güzel olur.İrilerinden fileto çıkarılıp şiş veya salçalı fileto yapılabilir.

HAMSİ:
1988 yılında 310.000 ton ile toplam balık avcılığımızın yaklaşık üçte ikisini meydana getirmektedir (40.000 ton tatlı su üretim ve avcılığı dahil, 1988 yılında toplam 480.000 ton). Gözlerinin gerisine kayan ağzı ve yivrilmiş burnu ile yakın akrabası Sardalya’dan kolaylıkla ayrılır. Gümüş balığı (Aterina) da hamsinin akrabasıdır. Boyu ortalama 12 cm olup azami 18-20 cm’ye kadar büyürler ve çok büyük sürüler halinde gezerler.

Karadeniz hamsisi Azak ve Karadeniz olmak üzere ikiye ayrılır. Azak hamsisinin burnu daha küttür. Azak Denizi’nde üreyip kışlamak üzere güneye, bizim Orta ve Doğu Karadeniz bölgesine inerler; Nisan sonunda da kuzeye göç ederler. Karadeniz hamsisi ise Kuzeybatı Karadeniz’de ürer, kışlamak üzere Kasım’dan Şubat’a kadar Trakya kıyılarına ve Marmara’ya göç eder. Nisan ayında da yumurtlamak üzere Karadeniz’e çıkar. Ayrıca Marmara Hamsisi denilen, yalnız Marmara’da çıkan, daha küçük ve göç etmiyen bir hamsi türü de vardır. Aynı tür Kuzey Ege’de de bulunur. Bu hamsinin sırt rengi daha açıktır.

Hamsi özellikle Karadeniz yöremizin temel gıdası, temel protein kaynağıdır. Fiyatının ucuz olması nedeniyle çok geniş kitleler tarafından tüketilir.Hamsinin hemen her türlü yemeği yapılır. Izgara, tava, fırın, kağıt kebabı,buğulama, pilaki, yahni gibi. Siyah etli balık olmasına rağmen buğulamaya son derece uygundur.Yaz aylarında yağsız olduğu için ızgara yerine tava veya buğulaması tercih edilmelidir. Çeşitli yemek tariflerini "Hamsi Yemekleri" bölümünde bulabilirsiniz. Kış aylarında yakalanan hamsi tuzlanıp saklanır. Buna ançovi tabir edilir. Ayrıca balık yağı ve balık unu üretiminde de kullanılmaktadır.

SARDALYA:
Hamsinin yakın akrabası sardalya sürüler halinde yaşar ve kıyılar boyunca göç eder. Hamsi gibi Ticari değeri çok yüksek bir balıktır. 1988 yılında 90.000 ton ile hemen hamsiden sonra yer alır. Kurutularak, tuzlanarak hatta balık yağı ve balık unu elde etmekte kullanılır. Sardalya adı konserve işleminden dolayı konserve ile özdeşleşmiştir. Hatta ringa konservesine de aynı ad verilir.

Sardalya Akdeniz’de 15-20 cm dolaylarındadır. Okyanusta ise 30 cm’ye kadar büyürler. Hamsi Karadeniz için neyse sardalya’da Portekiz, İspanya’nın Atlas Okyanusu kıyıları, Sicilya ve Malta için de aynı şeydir. Bu ülkelerde birçok yemek sardalya üzerine kurulmuştur. Ülkemizde Kuzey Ege’de bolca yakalanan sardalyanın en lezzetli mevsimi Temmuz-Ekim aylarıdır. Bu sürede çeşitli ızgaraları, fırını ve kağıt kebabı, buğulaması ve pilakisi yapılabilir. Kasım-Haziran arasında ise ancak pilaki ve buğulaması yapılabilirse de bir önceki döneminki kadar lezzetli olmaz.

Sardalyanın küçüğüne papalina tabir edilir; ayıklamadan yemeği yapılır. Tirsi ise sardalya azmanıdır. Kıl tarzında çok kılçığı vardır ve sardalya kadar lezzetli değildir.

USKUMRU:
Kolyosa çok benzeyen ve sürüler halinde dolaşan göçmen bir balıktır. Denizlerimizde 30 cm civarında olan uskumru Kuzey Denizi'nde 50 cm’ye kadar büyür. Yaz aylarını Karadeniz’de geçiren uskumru Eylül ve Ekim aylarında Marmara’ya iner ve kışı burada geçirip yumurtlar. Mart ilâ Haziran aylarında da Karadeniz’e döner. Uskumru büyüklüğüne göre üç değişik ad ile adlandırılır. En küçüğü kalinarya’dır. 20-25 cm civarında ve yağlı olanları uskumru, dönüº uskumrusu ise çiroz olarak adlandırılır. Yazın yakalananlara ise lipari denir. En lezzetli olduğu dönem Eylül ayından yumurtlamaya başladığı Ocak ayı sonuna kadardır. Bu süre içinde ızgarası, kağıt kebabı, dolması, köftesi ve tuzlaması çok güzel olur.Bu mevsimlerde yağlı olduğundan tavası tavsiye edilmez. Şubat’tan itibaren yağını kaybetmeye başladığından tavası yapılabilir. Yazın yakalananlar ise pilaki ve tava için uygundur. İlkbaharda Karadeniz’e dönüş yapan çirozlar kurutulur. Esas adı çiroz kurusu olan bu kurutulmuş balığa geçen zaman içinde ismi kısaltılarak yalnızca çiroz denmeye başlanmıştır.

Uskumrunun kolyostan önemli farklılıkları aşağıdadır.
1. Uskumru ile kolyozun sırt desenleri birbirine benzemekle birlikte kolyosun rengi koyu, uskumrunun ise açıktır.
2. Uskumrunun kuyruk çatalının içi boş ve iki çizgiden ibaret bir "V" harfi tarzındadır. Kolyosunki ise doludur.
3. Uskumrunun gözleri neredeyse toplu iğne başı kadar küçük, kolyosun ise oldukça iridir.

KOLYOS:
Uskumruya çok benzeyen bu balık uskumruyla beraber sürüler halinde göç eder. Ayrıca Marmara ve Ege Denizi’nde yerli türleri de bulunur. Tadı uskumruya nazaran oldukça yavan olduğundan genelde tavası yapılır. Ocak ayı en yağlı zamanı olduğundan tuzlama için en ideal zamanıdır. Tuzlaması çok güzel olur.

LÜFER:
Akdeniz,Karadeniz, Marmara, Hint Okyanusu ve Atlas Okyanusu’nda sürüler dolaşan lüfer pullu bir göçmen balıktır. Soğuk denizlerde yaşayanları daha yağlı olduğundan daha da lezzetli olur. Ülkemizde Karadeniz’de ve İstanbul Boğazı ile Marmara Denizi’nde yakalananların tadı muhteşemdir. Daha güney denizlerimize inildikçe yavanlaşır ve kendisine mahsus o güzel tad ve kokuyu kaybeder.

Eylül ortasından Ocak sonuna kadar olan zamanı en yağlı ve lezzetli zamanıdır. Bu devre içinde ızgarası tavsiye edilir. Çinekopun da ızgarası çok iyi olur, ancak mevsimi lüfere göre kısadır. Kasım sonundan itibaren azalmaya başlar. Diğer zamanlarda, büyüklüğüne göre pilakisi, buğulaması, kağıt kebabı ve tavası olur. İlbharada son derece yağsız olduklarından tava, pilaki ve buğulaması tercih edilmelidir.

Lüfer büyüklüğüne göre en çok isim alan balıktır. Lüfer çeşitleri şöyledir:
1. 10 cm’ye kadar................... yaprak (20 adet/kg)
2. 11-13 cm arası.................... çinekop(16-19 adet/kg)
3. 14-16 cm arası.................... kabaçinekop (10-15 adet/kg)
4. 17-20 cm arası.................... sarıkanat (9-14 adet/kg)
5. 21-30 cm arası ................... lüfer (4-8 adet/kg)
6. 31-35 cm arası.................... kaba lüfer(2-3 adet/kg)
7. 35 cm’den büyük................ kofana ( yaklaşık 1 kg/adet veya daha büyük).

PALAMUT:
Uskumru,torik ve orkinosu içeren bir familyadandır. Sürüler halinde yaşayan pulsuz, siyah etli bir göçmen balıktır. Sırtı çizgili, karnı gümüş rengindedir. Uzunluğu 1 metreye kadar varır. Bu familyanın çeşitleri bütün denizlerimizde görülmekle birlikte en lezzetlileri Karadeniz ve Marmara’da avlanılan tipleridir. Karadeniz ve Marmara palamutunda baştan kuyruğa doğru muntazam çizgiler halinde giden, dördü koyu, üçü açık menevişli yedi adet bant bulunur. Ege’de yaşayan, Tombik, Benekli Orkinos ve Yazılı Orkinos isimleri alan yakın akrabasında ise sırttan karına doğru dalgalar halinde inen en az 16 adet alacalı bant ile karın civarında en az üç adet siyah benek bulunur. Bu cinsin etinin tadı, hakiki palamuta nazaran hiç güzel değildir. Ama çok kişi bu özelliği bilmeyip "palamut" diye aldanır ve sonra palamuttan soğur.

Palamut avı Ağustos ayında başlar. Önce Karadeniz’den sürüler halinde vanoz ve çingene palamutu, Eylül’den itibaren de palamut gelmeye başlar. En lezzetli zamanı da Eylül başından Şubat ortalarına kadar olan zamandır. Bu mevsimde çok yağlı olduğundan tavası biraz ağır kaçar. Bu nedenle ızgarası ve fırını tavsiye edilir. Aynı mevsimde yahnisi de harika olur. Diğer mevsimlerde tavası yapılabilir. Palamut siyah etli bir balık olduğundan buğulaması ve çorbası tavsiye edilmez.

Palamutun boyuna göre isimlendirilmesi aşağıdaki gibidir:
1. 20 cm’ye kadar........................ palamut vanozu
2. 20-30 cm arası..........................çingene palamutu
3. 31-40 cm arası..........................palamut
4. 40-45 cm arası..........................kestane palamutu
5. 45-50 cm arası .........................zindandelen
6. 51-60 cm arası..........................torik
7. 61-65 cm arası..........................sivri
8. 65-70 cm arası..........................altıparmak
9. 70 cm’den büyük......................zindandelen

Torik ve toriğin büyük boyları palamuttan daha çok yağlıdır. Bu nedenle tuzlama ve lakerdası tercih edilir.

LEVREK, MİNEKOP, EŞKİNE:
12 değişik türden meydana gelen bu familya ılık ve tropik sukarın sığ kesimlerinde yaşar. Vücutları iğ biçiminde ve yandan hafif basıktır. Pulları oldukça iri olan levreklerin yanları genelde beyaz, alt bölümleri gümüşi, alt yüzgeçi ise sarımsıdır. En irileri 1 metreyi geçebilir. Ülkemiz denizlerinde 20 ila 60 cm arasında olurlar. Bayağı levrek ve benekli levrek olmak üzere iki tipi mevcuttur. Sırtlarındaki çok sayıda benek ile ayrılırlar. Benekli levrek Güney Ege ve Akdeniz’de, bayağı levrek ise bütün denizlerimizde görülür.

Karadeniz’de kötek olarak ta bilinen minekop ta bu familyanın diğer bir türüdür. Eºkineye çok benzeyen minekoplar 30 ila 80 cm arasında olur. 1 metreden büyük ve 20-25 kg olanlarına da rastlanmıştır. Erişkinler kıyıya yakın kayalık dipleri, yavrular ise akarsu ağızlarını tercih ederler. Parlak mavimsi-gri renkteki vücudu sırttan karına doğru inen sarı menevişli çizgilerle bezenmiştir. Karnı gümüşi beyazdır.

Eşkine ise bütün denizlerimizde görünen kıyıya yakın kayalık diplerde yaşıyan bir türdür. Ortalama 30 cm ve 600 gramdır. 3-4 kiloluk irilerine de rastlanmıştır. Sırtı kamburumsudur ve koyu kahve ile lacivert arası bir renktedir. Karnı ise sarı-beyaz menevişlidir. Başının içinde, gözlerinin arkasında herbiri 4-5 gram ağırlığında iki adet beyaz taş bulunur. Halk arasında bu taşların idrar söktürücü ve böbrek taşı düşürücü olduğuna inanılır.

Genelde tek gezen, geceleri avlanan ve oyuklar arasından süzülürcesine dolaşan bu balığın başlıca besini karides ve yavru balıklardır.Yıl boyunca yenen levreğin çok lezzetli eti vardır. En güzel mevsimi kış ayları ve ilkbaharın başıdır. Her türlü yemeği yapılan levreğin buğulaması, fıfırnda kağıt kebabı ve mayonezlisi nefis olur. Levrek özellikle şaraplı ve mayonezli balık yemeklerine çok güzel gider.

TRANÇA,SİNARİT:
Trança genelde sinaritlerin irisi için kullanılan bir isimdir. Lagos ve orfozla büyük benzerlik gösterirlerse de ayrı familyalara mensupturlar.

İSTAVRİT:
İstavrit, Marmara ve Boğaz’da balık avlamaya başlayanların ilk tanıştıkları balıktır.Ağzı öne uzayabilen, dişleri ince, gözleri iri, kuyruğu derin çatallı ve vücudu iğ biçiminde olan göçmen bir balıktır. Marmara, Ege ve Karadeniz’de yaşayan yerli türleri de vardır. Marmara’da 15-20 cm, Ege’de 30 cm civarında olurlar. Marmara’da boyu 10 cm’nin altında olan küçük istavritlere kıraça tabir edilir. Karadeniz’in doğusunda istavritler palamut büyüklüğünde, yaklaşık 50 cm boyunda olurlar.Sarıkuyruk istavrit veya sarıkanat istavrit diye anılan tipi sularımızda en çok bulunan türüdür.

İstavritler sonbaharda Marmara’ya iner, mayıs’tan itibaren de Karadeniz’e geri dönmeye başlarlar. Her mevsimde yakalanan istavritin en lezzetli olduğu zaman Kasım ila Şubat ayları arasıdır. Tavası ve fırını çok güzel olur.

İZMARİT:
Ağzı körüklü, gözleri iri, sırt-göğüs ve anüs yüzgeçleri sert diken ışınlı bir balıktır. Sularımızda iki türü vardır: menekºe izmarit ve istargilos. İzmaritin erkekleri dişilerden daha iri olurlar. Dişiler 20 cm civarında olurken erkekler 25 cm’ye kadar uzayabilir.

İzmarit midye, deniz solucanı ve balık yumurtaları ile beslenen bir dip balığıdır. Eti beyaz ve son derece lezzetlidir. Tavası güzel olur. Sonbahar ve kış aylarında ızgarası dahi yapılır. İzmaritler ızgara yapılırken ayıklanmaz. Olduğu gibi pişirilip bilahare derisi, bağırsakları ve kılçıkları ayıklanır. Üzerine limon ve zeytinyağı ile kıyılmış maydanoz eklenerek hazırlanır. Pulları kazındıktan sonra derisi tulum çıkarılarak yapılan tavası da çok güzel olur.

KALKAN:
Karadeniz’in bu ünlü balığı bütün yassı, oval vücudu, bir tarafı siyaha yakın diğer tarafı beyaz rengi ve beyaz tarafındaki düğmeleri ile tanınır. Her iki tarafı siyah olan kaya kalkanı’na da nadiren rastlanır. Kaya kalkanı daha çok Sinop, Samsun yörelerinde çıkar. İstanbul Boğazı’nın kuzeyinde, Karadeniz’in batısında avlanan kalkan bir tarafı siyah, bir tarafı beyaz olan bayağı kalkandır. Kalkan karadeniz içinde, kışın kuzeyden güneye göç eder.

Her mevsim avlanan kalkan bütün sene boyunca yenebilir. En lezzetli zamanı Ocak sonundan Mart ortalarına kadardır. Tavası çok güzel olur. Buğulaması ve kağıt kebabı da yapılır. İlkbahar sonlarından itibaren Ağustos ayına kadar yakalanan kalkan yavrularının tavası nefis olur.

KEFAL:
Yaz ayları dışında lezzetli olan pullu ve göçmen olmayan bir balıktır. Bütün denizlerimizde yetişir. Sonbahar, Kış ve İlkbahar’da çok lezzetlidir. Kefalin buğulaması ve pilakisi çok güzel olur. Ayrıca likorinoz denilen tütsülüsü de çok makbuldur. Bir kefal türü olan haskefalin kurutulmuş yumurtaları çok aranan bir deniz ürünü, bir mezedir. Sarı kulak kefalin tavası ve fileto ızgarası da yapılır.

Kefal alırken çok dikkat etmek, tercihan tanıdık balıkçıdan almak gerekir. Çünkü kefal kirli ve bulanık suları çok sever ve buralarda diğer balıklar yaşamazken o yaşar. Örneğin İzmir Körfezi’nde diğer balıklar yaşamazken kefal bol miktarda bulunmaktadır. Bu gibi sularda yakalanmış kefal insan sağlığı için büyük tehlike arzeder.

KILIÇ:
Türkiye’mizi çevreleyen denizlerde artık nadir görülen çok lezzetli bir balık türüdür. Akdeniz ve Ege’de yıl boyunca, Karadeniz’de ise yalnız yaz ayları görülür. Kılıç gibi uzun üst çenesi, lacivert-siyah sırt rengi ile tanınan bu balığın akrabası marlin bizim sularımızda bulunmaz. Daha çok Atlas Okyanusu’nda Bermuda civarında bulunan bu balık pişince pembemsi et rengi, kafadan kuyruğa kadar uzanan sırt yücgeçi ve yuvarlak yerine enine yassı üst çenesiyle kılıçtan ayrılır.

Her mevsimde yenebilen kılıçın en lezzetli zamanı Eylül-Şubat arasıdır. Bu balığın en güzel defne yapraklı şişi olur. Izgarası ve kağıt kebabı da yapılır.

MEZGİT:
Tavuk balığı olarak ta bilinen mezgit bütün denizlerimizde bulunmakla beraber en çok Karadeniz’de bulunur. Yaz hariç devamlı yumurtalı durumdadır. Mezgitin yumurtalı tavası, domatesli sotesi güzel olur.

KIRLANGIÇ:
Bütün denizlerimizde bulunan kırlangıç ortalama 25-30 cm olup nadiren 75 cm’ye kadar olanlarına da rastlanmaktadır. Sırt rengi kırmızı-pembe, karuın ise pembe veya beyazdır. Yakın akrabası olan öksüz’den, bu balığın pembe-gri veya komple gri sırtı, ve öksüzün ördek gagasını andıran ağız yapısı ile ayrılır. Her ikisi de lezzetli olup genelde kırlangıç tercih edilir. Çok gelişmiş solungaçları ve gırtlak yapısı medeniyle uğultu, inilti gibi değişik frekanslarda ses çıkarırlar. Bu ses nedeniyle bir birçok balıkçı tarafından inleyen balık diye adlandırılır ve uğursuz sayılır.

Kırlangıç ızgara ve tavaya uygun değildir. Buğulaması, özellikle çorbası çok lezzetli olur. Haşlanmış kırlangıçın ayıklanmış etleri mayonezli veya zeytinyağ-limon sıkarak soğuk olarak ta meze olarak lezzetle yenebilir.

İSKORPİT, ADABEYİ:
Kırlangıçtan bahsedince iskorpit ve adabeyini atlamak olmaz. Her ne kadar aynı familyadan olmamakla beraber etleri ve uygun oldukları yemekler açısından çok benzerlik gösterirler. İskorpit bütün denizlerimizde, adabeyi ise genelde Ege'’e bulunur. İskorpitin sırt dikenleri zehirlidir. Bu nedenle balıkçıya ayıklattırılmalıdır.

Chef Meryl's Levrek Fırında Tarifi 😊


Malzemeler:

1 adet levrek (kişi başı)1 adet kırmızı kuru soğan (küçük ise 2 adet)1 tutam maydanoz2-3 yemek kaşığı tarhunlu sirke (Taze tarhun + üzüm sirkesi de olur) Hiç biri yoksa 2 defneyaprağı1 çay bardağı domates rendesi (isteğe göre)2 dilim limontuz

Yapılışı:

Levrekleri balıkçıda temizletip her iki yanına da fotoğraftaki gibi çizik attırın.Kuru soğanı halk halka doğrayıp fırın kabına döşeyin. Levrekleri yıkayıp soğanların üzerine yerleştirin. Levreklerin içini ve dışını hafifçe tuzlayın.Sirkeyi balıkların üzerine gezdirin. Limon dilimlerini koyup maydanoz serpiştirin, son olarak isteğe göre domates rendesini ekleyin.Balıkların üzerin yağlı kağıt ile kapatın, üzerini de alüminyum folyo ile kapatarak kenarlarını hava almayacak şekilde sıkıştırın.200 derece önceden ısıtılmış fırında üzeri kapalı olarak 45 dakika, üzerini açıp kızartmak için de 10 dakika daha pişirin.Sıcak servis yapın.

12 Ocak 2015 Pazartesi

2015 yaz renkleri


Genellikle yaz sezonuna hakim olan renk tonları turuncu, açık kahverengi, uçuk mor, fıstık yeşili, pas sarısı ve tonları sezonda daha ağırlıklı tasarlanan kıyafet modeli renkleridir. Bu sene moda tasarımı dünyasında mat renklerin yanı sıra canlı ve göz alıcı renkler ile sıklıkla karşılaşacağız. Genellikle elbise modellerinde tek renk ve tek parça elbise modelleri tasarımları da sıklıkla podyumda yerini alacaktır.
Geçen sezonda elbise modellerinde sıklıkla görmeye alıştığımız aksesuarlardan bir tanesi olan kemer detayıdır. Elbise modellerinde ön plana çıkan kalın, ince kemer seçimi bel bölgesini her zaman ince ve fit bir görünüme sahip kılmaktadır.

11 Ocak 2015 Pazar

Sabırsızlık


Bu söz tam olarak böyle midir? Üç aşağı, beş yukarı böyledir. Eski bir sözdür ve bir yönü ile bunun gibi eski sözler, insanın bilgiyi nasıl biriktirdiğini, nasıl süzerek bugünlere taşıdığını, deyim uygun düşerse, nasıl rafine ettiğini göstermektedir.

Acaba bu söz ilk olarak aşk ile ilgili mi kullanılmıştır? Yoksa ilk olarak bu söz bir komutan tarafından, savaş sırasında mı kullanılmıştır?

Sadece sabırsızlık olsa, insan ve doğa arasındaki ilişkilerden geliyor olması muhtemel olurdu. Öyle ya, ekini ektikten sonra, sabırlı olmak gerekir. Sabırlı olmak, beklemesini bilmek demektir. İşin içinde bilgi vardır. Yoksa, oradan bir zaman sonra bitkinin yeryüzüne çıkacağı, bir zaman sonra meyve vereceği bilinmez ise, sabır neden gerekli olsun ki? Av sırasında da sabır gerekli olur. İlk hamleyi en uygun zamanda yapmak için.

Ama işin içine ahmaklık girince, muhtemelen işin iki yönünde de insan vardır. O nedenle acaba aşkta mı, yoksa savaşta mı kullanılmıştır, diye soruyoruz. Her ikisinde de sabırsızlık, ahmaklığı doğurur.

Bu hâli ile sözün içinde yine bilgi vardır, yine eylem anı vardır, ama öte yandan bir strateji içinde davranış geliştirme de vardır. Burada sadece bilgi söz konusu değil, bilginin kullanımı ve karşı tarafın hamleleri de devreye girmektedir. Bu nedenle, son derece rafine bir sözdür: Sabırsızlık, ahmaklığın anasıdır.

İnsan, doğaya, topluma ve düşünceye ait kanunları öğrenir ve bu bilim ile, doğaya, topluma ve düşünceye müdahale eder. Belki de, önce müdahale eder, sonra öğrenir. Her ikisi de doğrudur. Ama doğa toplum ve düşünceye ait, daha kestirme gidersek, çevremizdeki olaylar ve süreçlere ait bilgilerimiz, hem eylemlerimizin (kişisel olarak tek başına bizim eylemlerimizin değil, toplumsal olarak eylemlerimizin) ürünüdür, hem de eylemlerimizin nedenidir. Öğrenme süreci, başında ve sonunda eylem olan bir süreçtir. Dahası, öğrendiklerimizin doğruluğunu test etme olanağı da, yine bu eylemlerde saklıdır.

Eylem, davranış geliştirmek demektir. Sadece ne yapacağını değil, nasıl, nerede, ne zaman yapacağını da bilmek demektir.

İşte sabırsızlık, bir davranış biçimidir. Burada, ne yapacağımızdan çok, nasıl ve ne zaman yapacağımızla ilgiliyiz demektir. Daha çok da zaman. Gerçekte, ne yapacağınız, nasıl yapacağınız, ne zaman yapacağınız gibi sorunlar, birbirinden kopuk, ayrı ayrı konular değildir. Biz bilelim veya bilmeyelim, bunlar birlikte planlanır, planlanmamış olsa da birlikte gelişir, birlikte ortaya çıkar. Siz ne yapacağınızı düşünürken, farkında olun olmayın, nasıl ve ne zaman yapacağınızı da planlamaya başlarsınız.

Sabırsızlık, sizin eyleminizin, zamanını iyi ayarlayamamanız, bunu olması gerekenden erkene almanız demektir. Sabırsızlık, sizin dışınızdaki anın, koşulların, nesnelliğin hesaba katılmaması ya da yeterince katılmaması demektir. Sabırsızlık, uygun anı bekleme iradesinin ve bilincinin geliştirilmemesi demektir.

Öyle ise sabırsızlık, ya bilgi eksikliği demektir ya bilginiz ile davranışınız arasında bir kopukluk demektir ya da her ikisinin de içinde içkin olan, bilginize yeterince önem vermemek demektir. Yani, bilginizin ne anlama geldiğini bilmemek, duygularınızı bilginizle uygun tarzda yoğurmamak demektir.

Bizim ülkemizde, daha genişletirsek, bizim bölgemizde sabırsızlık oldukça yaygındır. Ve belki de dışarıdan bize gelen bir eleştiridir; duygularınızla davranıyorsunuz. Bu eleştirinin, Doğu toplumlarında günlük yaşamda haklı bir yeri vardır. Bizler, duyguları hassas insanlarız. Ama aslında, duygularımızı, hislerimizi, inançlarımızı bir yana bırakarak davranmak diye bir şey de gerekli değildir. Bize gerekli olan, duygularımız, hislerimiz, inançlarımız ile, bilgilerimizi doğru tarzda birleştirmektir. Duygusuz olmak değil, duygularını bilincinin önünde tutmamak önemlidir. Bilgiyi, doğru değerlendirmek önemlidir. Eğer bu başarılırsa, her olayda, duygularımız bir avantaja dönüşecektir.

Sabırsızlık, gerçekte duygularını kontrol edememek olarak da ele alınabilir. Biz bu görüşe daha uzağız, sanki aynı kapıya çıkıyor gibidir, ama, biz yine de, sabırsızlığın, bilginin kıymetini doğru anlayamama ve davranış geliştirmede bir eksiklik olarak ele almaktan yanayız. Bunlar sanki aynı konularmış gibi görünür, ama değildir. Biz duyguların önemini göz ardı etmekten yana değiliz. Sabırsızlık, gerçekte, bizim dışımızda yer alan nesnel sürecin bilgisini doğru edinmede bir eksiklik ya da elde ettiğimiz bilgiyi davranışa dönüştürmede bir eksikliktir. İlkindeki eksiklik, bilimden, aynı anlama gelmek üzere Marksizm’den uzak olmak, onu yeterince iyi kavrayamamaktır. Toplumsal olaylardan konuşursak, somut durumun somut tahlilini doğru yapamamaktır. İkincisi ise, acemiliktir, ustalaşamamaktır.

Toplumsal mücadelede de, devrimci mücadelede de ustalaşmak diye bir şey vardır. Sabırsızlık, eğer bilimsel analizde, süreçleri doğru görmede, öngörüde bir eksiklikten gelmiyor ise, bu bilgiyi işlemek ve eyleme dönüştürmekte bir eksiklik anlamına geliyordur. Bu da özetle acemilik ya da ortak davranış geliştirme eksikliği, yani disiplinsizlik demektir.

Taşın bilgisine sahip olduktan sonra, herkes taşı kırar. Ama önemli olan taşı kırmada ustalaşmaktır. Bu daha etkili sonuç verir.

Karşısına cephede çıkınca herkes düşmanını ayırt edebilir. Ama önemli olan, hayatın her alanında dostu, düşmanı ayırt edebilme becerisidir. Burada hisleriniz de önemlidir, bilginiz de. Ama her gün geliştirdiğiniz davranış da önemlidir.

Demek ki, bu hâli ile “sabır”, insanı yavaşlatıcı bir şey değildir. Sabırlı ol demek, pek çok durumda, yaşlıların gençlere, onları çoğunlukla yavaşlatmak için söyledikleri bir söz değildir. Günlük hayatta böyle olabilir. Kuyrukta beklerken sıkılınca, “sabırlı ol” denilmesinden farklı bir konuyu konuşuyoruz. Susmak için, sinmek için, sessiz kalmak için kullanılan sabırlı olmaktan söz etmiyoruz. Tersine, eylemin, sözün zamanını doğru ve kendi iradenle seçebilmek için sabırdan söz ediyoruz.

Sabırsızlığı, daha çok, davranış geliştirmede bir eksiklik olarak ele alarak, sabırdan ya da sabırsızlıktan söz ediyoruz.

Bu durum, bilginin de kıymetini kaybettiriyor. Sabırsızlık, avantajınızı kaybetmeniz anlamına da geliyor. En uygun şartları, acele ve erken bir hamle ile kaybetmeniz anlamına da geliyor. Çok bekleyip de, anı, zamanı kaçırma tehlikesi de aynısıdır. Ama daha çok karşılaştığımız şey, sabırsızlıkla anı kaçırmaktır. “Dün erken idi, yarın çok geç olacak”, sözü tam da bu anlamda önem kazanır. Ama eğer eylem için sabır gösterebiliyorsanız, bu, sürece ilişkin, bir planınız var demektir. Bir plan ve bir davranış geliştirilmiş ise, tehlike geç kalmaktan çok, erken harekete geçmek olur. Zamanın önemini işaret eder.

Meta ve para ilişkileri açısından zamanın önemi “vakit nakittir” diye ifade ediliyor. Nakit tüccar için çok önemlidir ve elindeki malı ne kadar erken paraya çevirirse o kadar rahat edebiliyor.

Bizim için zamanın önemini, “demir tavında dövülür” sözü ifade edebilir. Burada da sabır, bir davranış olarak önem kazanır. Sabır, ilk akla geldiği gibi, zaman kaybetme, zamanın geçmesine izin vermek değildir, zamanın değerini bilmektir, demiri dövmek için “tav”ını beklemektir.

Elinizde bilim var, bilgi var ve siz eğer sabırsız davranıyorsanız, boşa emek sarf ediyorsunuz demektir. İşte bundan dolayı ahmaklık deniyor. Bir yerde ahmaklık varsa, gerisinde büyük oranda sabırsızlık var demektir. Ahmaklık, aklın geri plana alınması, aklın devre dışı bırakılmasına dayalı bir davranış geliştirme demektir. Zeki ve ahmak olmak mümkün. Biri, sizin daha çok kişisel kapasiteniz diye ele alınabilir. Zeka, işin toplumsal yanını da unutmazsak, budur. Ama akıl devrede yoksa, bilginiz davranışlara dönüşmüyorsa, ahmakça davranıyorsunuz demektir. Sabırsızlık söz konusu ise, tam da sonuç bir ahmaklık olarak ortaya çıkmaktadır.

Bilmek yetmez, ona uygun davranış geliştirmek gerekir. Bu o kadar kolay değildir. Bunun için, bildiklerinizi defalarca sınava çekmeniz gerekir. Bu sınavdan sağlam çıkmak, size davranış geliştirmede büyük bir güç verecektir. Devrimci enerji, sadece inançtan, değerlerden gelmez, aynı zamanda bilimden gelir. Geleceğe ilişkin öngörüleriniz ne kadar net ise, bugün geliştirebileceğiniz, inancınızla bağlı davranışlarınız o kadar sağlam olacaktır, o kadar kararlı olacaktır.