20 Nisan 2015 Pazartesi

Arkamdan atıp tutmanın;

Üç nedeni olabilir
Ya fesatsındır
Ya Kıskançsındır
Yada
Mesafeyi koyduğum yerde kalmışsındır.


19 Nisan 2015 Pazar

Cimrilik

Sual: Cimri âlim olur mu?
CEVAP
Bilgili olmak ayrı şey, ilmi ile amel etmek ayrı şeydir. Dünyada yapılan bir iyiliğe ahirette 700, hatta daha fazla sevap verileceğine inanan kimse, cömert olmaya gayret eder. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah katında, cömert cahil, cimri âlimden daha kıymetlidir.) [Deylemi]

(Cimrilikle iman, bir kulun kalbinde asla birlikte bulunamaz.) [Nesai]

(Cimri çok ibadet etse de, Cennete girmez. Cömert, çok günah işlese de Cehenneme girmez.) [R. Nasıhin]

Bu hadis-i şerifler müminler için söylenmiştir. Kâfir cömert de olsa Cennete giremez.

[Not: (Cimri, Cennete girmez), (Cimrilik küfürdür) gibi hadis-i şerifleri açıklaması ile birlikte okumalıdır. Açıklamasız okunursa yanlış anlamaya sebep olur. Cimrilik her ne kadar kötü ahlaktan ise de, imansızlık değildir. (Cimri, günahının cezasını çekmedikçe Cennete giremez) demektir. Hatta sevabı günahından çok gelirse, Cehenneme girmeden de Cennete gider. Affa ve şefaate uğrayarak da Cennete gidebilir.

(Cömert Cennete yakındır) hadis-i şerifi de böyledir. Yani cömerdin imanı yoksa ebedi olarak Cehennemde kalır. İmanı varsa, sevapları fazla ise Cennete gider. Ehl-i sünnete göre, iyilik eden muhakkak Cennete, kötülük eden muhakkak Cehenneme gider diye bir şey yoktur. Bir müminin günahı sevabından çok ise, affa ve şefaate de uğramamışsa, günahının cezasını çektikten sonra Cennete gider. İmanı olmayan kimsenin ise, ne yaparsa yapsın, hiçbir iyiliği onu Cehennemden kurtaramaz. (İslam Ahlakı)]

Tamah ve cimrilik
Sual: Cimrilikle tamah aynı mıdır, bunlardan kurtuluş yolu var mıdır?
CEVAP
Tamah, mal toplama, biriktirme hırsıdır. Cimrilik ise, harcanması gereken yerde para harcamaktan kaçınmaktır. Cimriliğin içinde tamah da vardır. Her hastalığın çaresi vardır. Önce hastalığı teşhis etmek gerekir! Hastalık belli olunca ona göre ilaç verilir. Allah’tan korkan, kötülük işlemekten çekinir. Tamahın kötü olduğunu bilen müslüman da bundan kaçar. Dinimizde mal sahibi olmak kötü değildir. Kur'an-ı kerimde mala hayır adı verilerek övülmüştür. [Bekara 180]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Mal, salih kimse için ne güzeldir.) [Taberani]

Mal, kıymetli olduğu için onu israf etmek haramdır. Süfyan-ı Sevri hazretleri, malın insanın silahı olduğunu söyleyerek, insanın canını, malını, sıhhatini, dinini, şerefini mal ile koruyacağını bildirmiştir.
Dinimiz malı böyle övmüş, fakat mal hırsını, mal sevgisini yermiştir. Zengin olmak başka, mala muhabbet başkadır. Tamah mala muhabbettir. Tamahkâr malını hayırlı işlerde kullanamaz. Mal sevgisinin kötü olduğunu bildiren hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(İnsan yaşlandıkça, iki şeyi gençleşir: Uzun yaşama arzusu ve mal sevgisi.) [Buhari]

(Mal ve makam sevgisinin, müminin dinine vereceği zarar, iki aç kurdun, koyun sürüsüne vereceği zarardan daha fazladır.) [Bezzar]

(Sakın tamahkâr olmayın! Tamah, fakirliğin tâ kendisidir.) [Taberani]

(Kanaat eden, en çok şükredenlerden sayılır.) [İbni Mace]

(Aza kanaat etmeyen, çok ile doymaz.) [Beyheki]

(Mal ve mevki sevgisi, suyun sebzeyi yeşertmesi gibi kalbde nifakı yeşertir.) [İ. Gazali]

(İnsanoğlunun iki dere dolusu altını olsa, üçüncüsünü isterdi. Onun gözünü ancak bir avuç toprak doyurur.) [Buhari]

(Zenginlik, mal çokluğu değil, gönül zenginliğidir.) [Buhari]

Kur'an-ı kerimde bildiriliyor ki, İbrahim aleyhisselam, (Ya Rabbi, beni ve çocuklarımı puta tapmaktan koru!) diye dua etmiştir. Puttan maksat para sevgisidir. Demek ki, parayı sevmek, puta tapmak gibidir. Bunun için (Paraya tapan helak oldu) buyuruldu. (Altın ve gümüşün kulu helak oldu. Sürçmedi, tamamen helak oldu) hadis-i şerifi, parayı çok sevenlerin akıbetini haber vermektedir. (Tirmizi)

Kanaat gibi zenginlik olmaz. (Âlim ilme, tamahkâr da mala doymaz) buyuruldu.

İnsan, genelde cimridir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(De ki, "Eğer Rabbimin rahmet hazineleri sizin olsaydı, tükenir korkusuyla yine de vermeyip cimrilik ederdiniz." Gerçekten insan çok cimridir.) [İsra 100]

(Allah’ın ihsan ettiği mal ile cimrilik yapanlar [zekât vermeyenler] iyi yaptıklarını [zengin kalacaklarını] mı zannediyorlar? Halbuki kendilerine kötülük ediyorlar. Cimrilik edip vermedikleri o mallar, [Cehennemde azap aleti olacak, yılan şeklinde] boyunlarına dolandırılacaktır.) [A. İmran 180]

Cimriliğin zararları
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Cimrilik, helak edicidir.) [Taberani]

(Allahü teâlâ, yemin ederek cimrinin Cennete girmeyeceğini bildirdi.) [Tirmizi]

(Cimri abid olsa da, Cennete girmez.) [Taberani]

(En kötü hastalık cimriliktir.) [D. Kutni]

(Cimri, öyle bir kedere boğulur ki, artık sevinç ve ferahlık yüzü görmez.) [İ. Gazali]

(Her sabah iki melekten biri, "Ya Rabbi, infak edene karşılığını ver!" diye, diğeri de, "Cimrilik edenin malını helak et!" diye dua eder.) [Buhari]

("Hakkımın zerresinden vazgeçmem" demek cimrilik için kâfidir.) [Hakim]

(Kaybettiği dünyalığa üzülen, Cehenneme yaklaşmış olur.) [İ. Gazali]

(Ya Rabbi cimrilikten sana sığınırım.) [Müslim]

Savaşta ölen oğlu için (Vah şehidim) diye ağlayan kadına, Peygamber efendimiz, (Şehit olduğunu nereden biliyorsun? Belki boş konuşur, belki de cimri idi) buyurdu. (E. Ya’la)

Cimriliğin tedavisi
Sual: Cimrilik neden meydana gelir, tedavisi nasıldır?
CEVAP
Cimriliğin, diğer kalb hastalıkları gibi, ihlas noksanlığı, iman zayıflığı ve hatta küfürle ilgisi vardır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Cimrilik küfürdendir, küfrün yeri de Cehennemdir.) [Deylemi]

Kur'an-ı kerimde de kâfirlerin cimrilik ettiği bildirilmektedir:
(Cimrilik eden, hem de herkese cimriliği tavsiye eden ve kendilerine Allah’ın fazlından verdiğini gizleyen kâfirlere hor ve hakir edici bir azap hazırladık.) [Nisa 37]

Cimrilik mal sevgisinden meydana gelir. Cimriliğin sebebi, uzun yaşama ümidi ile parasız kavuşamayacağı arzularıdır. Eceline üç gün kaldığını bilse, cimriye mal vermek zor gelmez. Fakat çocukları olur, onların yaşamasını kendi yaşaması gibi kabul ederse, cimriliği yine artar. Bu bakımdan çocuklar, cimrilik sebebi olabilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Çocuk, cimrilik sebebidir.) [Hakim]

Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Mallarınız, çocuklarınız, sizin için fitnedir, imtihandır.) [Tegabün 15]

(Mallarınız ve çocuklarınız, sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın!) [Münafikun 9]

Zengin cimriler
Kimi, çok zengindir, hiç kimsesi yoktur, yaşlanmıştır, öldükten sonra, malının başkasına kalacağını da bilir. Buna rağmen, sırf mala olan sevgisinden dolayı, zekât vermez, hastalansa doktora gitmez, birkaç ilaç almakla yetinir. Hatta kendi malını yemeye bile korkar. Para, insanı ihtiyacına ulaştıran bir vasıta olduğu için sevilir. Tatlıya ulaştıran her şey tatlıdır. Cimri, tatlıyı unutmuş görünüp, tatlı alacak parayı sever.

Malı, Allah yolunda harcamak için biriktirmenin zararı olmaz. Hadis-i şerifte (İyi kimseye, malın iyisi ne güzel yakışır) buyuruldu. İyi yolda harcanmayan paranın vebali vardır. Taparcasına parayı sevmek kötüdür. Hadis-i şerifte (Altın ve gümüşün kuluna [paraya tapana] lanet olsun!) buyuruldu. (Tirmizi)

Her hastalık, sebebinin zıddı ile tedavi edilir. Nefsin çeşitli arzularından kurtulmanın, ilacı, aza kanaat ve sabırdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın ihsan ettiği az rızka, kanaat eden mümin, kurtuluşa ermiştir.) [Müslim]

(Kanaat tükenmez hazinedir.) [Beyheki]

(Allahü teâlâ kanaat edeni, kanaatkâr yapar.) [Taberani]

(Aza kanaat etmeyen, çok ile doymaz.) [Beyheki]
Aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz.

Çocuklarının fakir kalacağı korkusunun ilacı ise, cimrilikle zengin olunamayacağını, bıraktığı malları boşa harcayabileceklerini, hatta bazen servetin kötü yollara sevk ettiğini, zengin olacaklarsa bir başka yerden buna kavuşacaklarını düşünmelidir. Her zenginin, miras sebebiyle zengin olmadığını, mirasa konanların ise, boşa harcadıklarını da bilmek gerekir. Çocukları iyi olursa, Allahü teâlânın onlara kâfi geleceğini, kötü olurlarsa, bıraktığı malları, kötü yollarda harcayacaklarını düşünmelidir!

Birçok cimrinin gafletle öldüğünü, hasret çektiğini, bıraktığı malı mirasçıların harcadığını göz önüne getirmelidir. Cimriliğin her bakımdan kötü olduğunu düşünmelidir!

Aşırı mal sevgisinin ilacı, o maldan ayrılıp uzaklaşmaktır. Faydalı işte kullanmadığımız malı, denize atıp aşırı sevgisinden kurtulmak, cimrilikle saklamaktan daha az zararlıdır. Bir malı cimrilikle saklamak, riya ile başkasına vermekten daha kötüdür.

Mal, yılan gibi, içinde hem zehir ve hem ilaç vardır. Malı kullanmayı bilmek gerekir. Yani biz malı kullanmalıyız, mal bizi kullanmamalıdır!

Cimrilik, verilmesi gerekeni vermemektir. Mesela yemeği olanın, aç komşusuna vermemesi, cimrilik olur. Cömertlik, cimrilikle israfın arasında orta yoldur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Onlar harcadıklarında, ne israf, ne de cimrilik ederler; bu ikisi arasında orta bir yol tutarlar.) [Furkan 67]

Cömert miyim, cimri miyim?
Sual: Bir kimse, kendinin cömert veya cimri olduğunu bilebilir mi?
CEVAP
Bir kimseye verdiği şey zor gelmezse, cömert sayılır. Zor gelirse cömert sayılmaz. Mürüvvetin icapları ile iktifa eden, cimrilikten kurtulur. Mürüvvet, insanlık demektir.

Hazret-i Hasan da buyurdu ki: "Mürüvvet, kulun, dinini muhafaza edip nefsini korkutması, misafirini iyi karşılaması, münazaalarda, güzel davranması demektir. Ululuk ise, komşuya eziyet etmemek ve zorluklara göğüs germektir. Kerem de istemeden vermek, yerinde yemek yedirmek, saile yumuşak davranmak ve bol vermektir."

Zekâtı severek veren, kurban kesen cömerttir. Hadis-i şerifte, (Zekâtını severek veren, misafirini ağırlayan, darda kalana yardım eden cimrilikten kurtulur) buyuruldu. (Taberani)

Misafir ağırlamak
Malı saçıp savurmak ne kadar kötü ise, malı korumak da o kadar mühimdir. Misafire ikram etmek ise, malı korumaktan mühimdir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Misafir ağırlamayanda hayır yoktur.) [İ. Ahmed]

(En iyiniz, yemek yedireninizdir.) [Hakim]

(Allahü teâlâ, yemek yediren cömertle meleklerine övünür.) [İ. Gazali]

(Yemek sofrası misafirin önünde bulunduğu müddetçe, melekler, ev sahibine istiğfar ederler.) [Taberani]

(Arkadaşına, arzu ettiği yemeği ikram edenin günahları affolur.) [Bezzar]

Bir insanın karnını bir sefer doyurmanın bile ne kadar mühim olduğu görülüyor. Birini ömür boyu doyurmak veya öldükten sonra ebedi olarak doyurmaya sebep olmak daha büyük sevaptır. Bunu esirgemek ise çok kötüdür. Onun için, (Cimrilerin en kötüsü, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmayandır) buyurulmuştur.

Her bakımdan cömert olmaya heves etmelidir! Çünkü, cimrinin malı felakete uğrar, cömert de verdikçe, fazlası ile alır. Hadis-i şerifte (Cömerdin evine rızk, devenin göğsüne vurulan bıçaktan daha tez gelir) buyuruluyor. (İbni Mace)

Yüksek tansiyonu olanın, hacamat yaptırması sağlık açısından iyidir. Kan vermekle sağlığa, yeni kana kavuştuğu gibi, misafir de rızkı ile gelir, kırk gün bereket bırakıp gider. Gerekli yerlere vermekle, cömerdin eli daralmaz. Peygamber efendimiz, yemin ederek (Sadaka vermekle mal azalmaz) buyurdu. (Tirmizi)

Şeytan ise cimriliğe teşvik eder. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Şeytan fakirlikle korkutup, size cimriliği emreder.) [Bekara 268]
Cimri, rızk için endişelenmemelidir! Her mahlukun rızkını Allahü teâlâ verir. (Her canlının rızkı Allah’a aittir.) [Hud 6]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Rızk için üzülme, takdir edilen rızk seni bulur.) [İsfehani]

(Allahü teâlâ, müminin rızkını ummadığı yerden verir.) [İbni Hibban]

Peygamber efendimize inanan, vermekle malın azalmayacağını bilen bir müslüman, nasıl olur da, şeytana uyup cimrilik edebilir? Yahya aleyhisselam, (Şeytan cimri mümini sever, fâsık da olsa, cömertten nefret eder) buyuruyor. Bişr-i hafi hazretleri de (Cimriyle karşılaşanın kalbi katılaşır) buyuruyor. Hadis-i şerifte ise (Aman cimrilikten çok sakının! Sizden öncekileri cimrilik helak etmiştir) buyuruluyor. (Müslim)

Sual: Misafire fazla ikram veya yüksünerek hizmet etmek günah mıdır?
CEVAP
Misafire ikram çok sevaptır. Misafiri nimet bilmelidir. Her nimetin bir külfet karşılığı olduğu unutulmamalıdır! Külfetsiz nimet olmaz. Elbette misafirin sıkıntısı olur. Yüksünmeden hizmet etmelidir! Misafiri ganimet bilmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bir kavme hayır murat ettiğinde, onlara hediye olarak misafir gönderir. Misafir, rızkı ile gelir-gider. Allahü teâlâ da ev halkını mağfiret eder.) [Ebu Nuaym]

Hak teâlânın bir hediyesi olan misafire ikram etmelidir! Misafir gelmezse üzülmelidir! Çünkü hadis-i şerifte (Misafir girmeyen eve melek de girmez) buyurulmuştur. Misafir gelmemesini istemek doğru değildir. Çünkü Peygamber efendimiz (Misafir istemeyende hayır yoktur) buyurmuştur. Misafir için fazla ikram ve külfete girmemelidir! Misafir rahatsız olur. Hadis-i şerifte, (Misafir için külfete girmeyin, misafir bundan rahatsız olur. Misafirini küstüren Allah’ı küstürmüş olur. Allah’ı küstürene de Allah buğzeder) buyurulmuştur. (İbni Lal)

İktisadın önemi
Sual: İktisat eden cimri sayılır mı?
CEVAP
Cimrilik de, israf gibi kötü huydur. Dinimiz, her işte orta yolda olmayı, iktisat etmeyi emreder. Aza kanaat eden, nafakasını kolay temin eder, geçim sıkıntısı çekmez. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, tok gözlü olanı zengin eder.) [Buhari]

(Müminin izzeti, insanlara karşı tok gözlü olmasıdır.) [Hakim]

(Yetecek rızka sahip olan ve Allahü teâlânın kendine verdiği rızka kanaat eden müslüman kurtulmuştur.) [Müslim]

(Kimseye muhtaç olmadan yaşayan kanaatkâr müslümana ne mutlu!) [Tirmizi]

(Müjde o kimseye ki, hidayete kavuşmuş, müslüman olmuş, maişeti de yetecek kadardır ve buna kanaat etmiştir.) [Tirmizi]

(Fakir-zengin herkes kıyamette "Keşke dünyada, geçinecek miktardan fazla malım olmasaydı" diyecektir.) [İbni Mace]

(Şüphelilerden sakın ki, insanların en abidi olasın! Kanaat et ki, en çok şükredenlerden olasın! Kendin için sevdiğini başkaları için de sev ki, hakiki mümin olasın!) [İbni Mace]

(İnsan, elindeki ihtiyacına yeterken, kendini azdıracak olan daha fazla mal ister. Aza kanaat etmez, çok ile de doymaz. Ey insanoğlu, vücudun afiyette ve günlük ihtiyacın mevcut olarak sabahlarsan, artık bu sana kâfi gelir.) [Beyheki]

Tamahtan kurtuluş yolu
Kanaatkâr kimse, iktisat da ederse, tamahkârlıktan kurtulur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İktisat eden, sıkıntı çekmez.) [Taberani]

(Kurtarıcı üç şeyden biri, varlıkta, yoklukta, zenginlikte, fakirlikte, iktisada riayet etmektir.) [Beyheki]

(İktisat etmek, maişetin yarısıdır.) [Hatib]

(Tedbirli olmak, geçimin yarısıdır.) [Deylemi]

(Geçimde iktisat etmek, peygamberliğin yirmide biridir.) [Ebu Davud]

(İktisat eden zenginleşir, israf eden fakirleşir.) [Bezzar]

Rızk için endişe
İnsan, rızk için endişeye düşüp sıkıntıya girmemelidir! Her mümin, rızkı Allah’ın verdiğine inanıp, Ona güvenmelidir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Rabbin, rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Elbette O, kullarının her hâlini bilir. O, her şeyi çok iyi görür. Geçim endişesi ile çocuklarınızı öldürmeyin! Onların da, sizin de rızkınızı veren biziz. Onları öldürmek gerçekten büyük günahtır.) [İsra 30, 31]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ey insanlar, rızkınızı güzel yollardan arayın! Herkes takdir edilenden fazla rızka kavuşamaz. Takdir edilen rızka kavuşup onu yemedikçe de dünyadan göçmez. İstemese de rızkı kendine verilir.) [Hakim]

(Cebrail aleyhisselam bildirdi ki, rızkını yemeden kimse ölmez. Öyle ise Allah’tan korkun, rızkınızı güzel yollardan arayın!) [Hakim]

Peygamber efendimiz, (Eğer Allah korkusunu kendinize sermaye edinirseniz, rızkınız, ticaretsiz ve sermayesiz gelir) buyurup şu mealdeki âyet-i kerimeyi okudu: (Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve rızkını ummadığı yerden gönderir.) [Taberani- Talak 2,3]

Yalan ve cimrilik
Sual: Bir hadis-i şerifte, (Her işittiğini söylemek yalan olarak yeter. Hakkımın zerresinden vazgeçmem demek de cimrilik olarak yeter) deniyor. Her işitilen doğru olsa da mı yalan oluyor? Bir de hakkını almak, niye cimrilik oluyor?
CEVAP
Her duyduğunu söyleyen, duyduğunu yanlış anlamış olabilir, ilave çıkarma yapabilir, neticede yanlış şeyler söyler. Çok söyleyenin her sözü mubah olsa bile, malayani ile uğraşmak caiz olmaz. Onun için her işittiğini söylemek çeşitli sebepler yüzünden caiz değildir. Çok söz hakkında çok söz vardır. Birkaçı şöyledir:
Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz.

Söz insanın terazisidir. Fazlası ziyandır.

Çok konuşmak dostluğu bozar.

Çok konuşanın gafı da çok olur.

Söz gümüşse sükût altındır.

Konuşmakla ilgili birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Çok konuşan çok yanılır.) [Taberani]

(Dilini tutan kurtulur.) [Tirmizi]

(Rahat isteyen sussun!) [Ebu-ş-şeyh]

(Selamet isteyen, dilini tutsun!) [İ.Ebid-dünya]

(Susmak, hikmettir.) [Deylemi]

(En makbul amel dilini tutmaktır.) [Taberani]

(Dilini tutan, şeytanı mağlup eder.) [Taberani]

(Sükût eden bir mümine yakın olun! O hikmetsiz değildir.) [İbni Mace]

(Kurtuluş için dilini tut.) [Tirmizi]

(Kişiyi Cehenneme sürükleyen dilidir.) [Tirmizi]

(Dilini tutmayan, tam imana kavuşamaz.) [Taberani]

(Çok konuşmak kalbi karartır.) [Beyheki]

(Kusurların çoğu dildendir.) [Taberani]

(En iyi şey, dilini tutmaktır.) [Taberani]

Cimrilik, verilmesi gerekeni vermemektir. Zerre haktan vazgeçmeyen kimse, nasıl gönül rahatlığı ile zekâtını verebilir? Sadaka verebilir? Muhtaçlara ihsanda bulunabilir ki? Cimrilikten ve cimriliğe yol açan şeylerden sakınmalıdır. Birkaç hadis-i şerif meali:
(Her sabah bir melek, "Ya Rabbi, infak edene bol karşılık ver" der, bir melek de, "Cimrilik edenin malını helak et" diye dua eder.) [Buhari]

(Allahü teâlâ katında cömert cahil, cimri âlimden daha üstündür. Çünkü cimrilik en ağır hastalıktır.) [Dare Kutni]

(Aman cimrilikten son derece sakının! Sizden öncekileri cimrilik helak etti.) [Müslim]

Demek ki çok konuşmak yalana sebep olur, hakkın zerresinin peşinde koşmak da cimriliğe yol açar.



17 Nisan 2015 Cuma

Evlilik

KADIN – ERKEK- EVLİLİK

* Bir erkeğin bu dünyada sahip olabileceği en değerli şey,bir kadının kalbidir. (J. G. Holland)

* Kadın olsun, kitap olsun cildine aldanmayıp içindekilere
bakılmalıdır. (Cenap Şehabettin)

* Erkek az fakat sık sever, kadın ise çok, ancak bir kez sever.
(Basta)

* Hiç kimse uzun süre evli kalmadıkça gerçek aşkın ne olduğunu
anlayamaz. (Mark Twain)

* Erkekler kadınların ilk aşkı, kadınlar da erkeklerin son aşkı
olmak ister. (Oscar Wilde)

* Annelerde kırık parçaları yapıştıran sihirli bir tutkal vardır.
(Pam Brown)

* Aşk yaşamında kadın, ancak hünerli bir çalgıcının elinde
dile gelen bir lir gibidir. Kadınlar bizleri sevdikleri zaman
her suçumuzu bağışlarlar. (Balzac)

* Kadınlar gülebildikleri zaman merak etmeyin gülerler
ama istedikleri zaman da ağlarlar. (Meksika Atasözü)

* Bir adam en çok sevgilisini, en iyi şekilde ailesini,
en uzun da annesini sever. (İrlanda)

* Kadınlar sevilmek içindir; anlaşılmak için değildir.
(Oscar Wilde)

* Kadın, gölge gibidir. Kendisini takip edenden kaçar,
önünden gidenin de arkasından koşar. (Kongo Atasözü)

* Evlenmeden önce gözlerinizi dört açın, evlendikten sonra da
yarı yarıya kapayın. (Portekiz)
* Evlilik bir kale gibidir. Dışarıdakiler içeri girmek için,
içeridekiler ise dışarı çıkmak için uğraşır dururlar.
(Tayland sözü)

* Güzellik doğanın kadınlara bahşettiği bir hediye ama
aynı zamanda geri aldığı ilk şeydir. (Şili)

* Kaynana pamuk ipliği olsa ve raftan düşse gelinin başını yarar.
(Türkiye)

* Evinde huzurlu olmak istiyorsan, eşinin bütün istediklerini yap.
(Nijerya)

* Kadının yüreği öyle bir uçurumdur ki derinliğini ölçmek
imkansızdır. (La Fontaine)

* Yeryüzünün en soylu varlığı, erdemli bir kadındır. (J. R. Lowe)

* Bir kadın aynı zamanda hem sevdalı, hem anne olamaz.
(Andre Maurois)

* Meylini bulunca bir kadın kalbi her yana akar.
(O. Seyfi Orhon)

* Zengin dullar bir gözleriyle ağlarlar, öbürünü kırparlar.
(Miguel De Cervantes)

* Erken kalkmayan avrat, söz dinlemeyen evlat,
mahmuzla gitmeyen at; kapında varsa kaldır at. (Türk Atasözü)

* Kadına inanan, kendini aldatır. İnanmayan da kadını aldatır.
(Çin Atasözü)

* Bir sürü erkek başarısını ilk karısına borçludur.
İkinci karısını da başarısına. (Backus)
* Kadın peşinde koşmanın zararı yoktur. Zararı veren
onları yakalamaktır. (J. Davies)

* Erkek hissettiği, kadın göründüğü yaştadır. (Moltimer Collins)

* Bir erkek ölürken kıpırdayan son yeri, kalbidir.
Bir kadın ölürken, dili. (G. Chapman)

* Bir kadın kısık sesle konuşuyorsa birşey istiyor demektir.
Sesini yükseltiyorsa bilin ki istediğini elde edememiştir.
(Anonim)

* Kesinlikle evlen! Karın iyiyse mutlu, kötüyse filozof olursun.
(Sokrates)

* Bütün dünyada bir tek güzel çocuk vardır. Bütün annelerde
ona sahiptir. (Çin atasözü)

* Her başarılı erkeğin arkasında, onunla gurur duyan bir karısı
ve bu işe şaşakalmış bir kayınvalidesi vardır. (Brooks Hays)

* Erkekler yaşlanır, kadınlarsa değişir. (Goethe)

* Niye evlenecekmişim ki? Evlenirsem başıma gelecek
en iyi şey boynuzlanmamaktır ki evlenmezsem bunu çok daha
emin yollardan elde edebilirim. (Sebastian Chamfort)

* Erkekler kendilerini yorgun hissettikleri için,
kadınlar ise meraktan evlenirler. İkisi de hayal kırıklığına uğrar.
(Oscar Wilde)

* Evlilik geleneksel olarak kadınlara sunulmuş tek gelecektir.
Bir çok kadın ya evlidir, ya bir zamanlar evlilik geçirmiştir,
ya da evli olmadığı için acı çekiyordur. (S. Beauvoir)

* Bir erkek karınızı elinizden aldığı zaman karınızı ona
bırakmaktan daha büyük bir intikam yoktur. (Sacha Guıtry)
* Bekar erkekler kadınlar hakkında evli erkeklerden daha çok
şey bilirler. Eğer bilmeselerdi onlar da evlenmiş olurdu.
(H. L. Mencken)

* Erkek evlenene kadar eksik bir erkektir. Ve evlendiğinde
artık bitmiştir. (Zsa Gabor)

* Kadınlara büyük saygı duyan ve onları herşeyin üstünde tutan
erkekler, kadınlar arasında popüler olmayı nadiren başarabilirler.
(J. Addıson)

* Kadınlar güçsüz olana kendini bir ödül, güçlü olana bir eşya
gibi sunar. (C. Pavese)

* Bir erkeğe göre 'erkeğin iyisi' ile, bir kadına göre 'erkeğin iyisi'
aynı şeyler değildir. (O. Gasset)

* Erkekler, hayatlarının bir devresinde evlerinin tam hakimidirler.
O da doğdukları günden üç yaşına kadar oldukları zamandır.
(Gaston Paces)

* Erkekler şaraba benzer. Geçen yıllar kötülerini ekşitir,
iyilerini olgunlaştırır. (Cicero)

* Cömertlik, erkeğe yakışan erdemdir. (Goethe)

* Cömertlik, sahibine inhisar ederse, ona cömert değil de
savurgan denir. (İbn-i Mikeveyh)

* Erkeği evinden kaçıran damın akması, bacanın tütmesi
ve kadının çenesidir. (Chauger)

* Evli erkekler her yeni damadı sevinçle seyrederler.
Tıpkı ormanda yeni yakalanıp getirilen genç bir aslanı
seyreden kıdemli sirk aslanı gibi. (Mark Twain)
* Erkeklerin aklı, ev kadını arar, ama kalbi ve hayal gücü
başka özellikler peşindedir. (Goethe)

* En mükemmel kadın, çocuklarına babalarının yokluğunda
baba olabilecek kadındır. (Goethe)

* Kadın öyle bir konudur ki, onu ne kadar incelersen incele
her zaman yepyenidir. (Tolstoy)

* Bir kadın ya sever, ya da nefret eder; ortası yoktur.
(Pubillius Syrus)

* Kadınlar sevmedikleri adama hiç acımazlar.
(Alexandre Dumas Files)

* Kadınlarda feci olan şey, ne onlarla ne de onlarsız
yaşanabilmesidir. (Byron)

* Kadınların gözleri keskin, zekaları uyanık,
düşünceleri vesveseli olur. (Guy de Maupassant)

* Kadın, insanın gölgesi gibidir; kovalarsanız kaçar,
kaçarsanız kovalar. (Chamfort)

* Kadın kendi başına ne gül goncasıdır, ne de diken.
Koklamasını bilirsen gül, tutmasını bilmezsen diken olur.
(Refik Halid Karay)

* İyi bir kadın bir erkeği etkiler, zeki bir kadın onda ilgi
uyandırır, güzel bir kadın büyüler, anlayışlı bir kadın ise
ona sahip olur. (Helen Rowland)

* En güvenilir dost, anne baba ve sadık eştir.

* Bilge olan evlenmez. Evlense bile aşkın vehimlerine
kapılmaz... Bir uygarlığın yetkinliği ve insanlığı ancak
kardeşlik ve sevgiyle olasıdır. (Epikür)



16 Nisan 2015 Perşembe

Birinci Gece Ayetleri


Duy ey sağır yalnızlığım, gecenin yıldızları örtüşüyor
Gül ışıklarıyla süslenmiş bahçelerin koynunda
Ve bilmez misin: gece tüm kırgınlıklarını toparlayıp
Aşka çağırıyor, susuzluktan kanayan dudaklarımı.
Tortusunda bir ırmağın akşam ışıltıları parlıyor
Bir mağaranın önünde durulmuş yalnızlığıma acıyorum..
Ölmekten öteye giden adımlarımın, kimseye karıştığı
Hiç olmak korkusunun yalın sessizliğinde
Bir ışık oluyor gecelerim ve şiirimle ben
Sadece yalnız yaşıyoruz..
Dilinde nesneler tükettiğim yaşamak acısına son verecek
Belki ümitsizliğin kapanan kapısı ve ardımda kuşlar bırakıyorum
Henüz kanatları kırılmamış, sıcak bir ilkime uçuşur gibi
Uzaklara kaçıyor her şey…
Gece dingin ışıltısıyla beni çağırıyor koynuna..

13 Nisan 2015 Pazartesi

Küs ve Dargın Durmak Hakkında Bilmediklerimiz



Sual: Küs durmanın dindeki yeri nedir?
CEVAP
Erkek olsun, kadın olsun, dünya işleri için, müminin mümine darılması, onu terk edip uzaklaşması, aradaki bağlılığı, ilgiyi kesmesi caiz değildir.

Müslüman olan ve dine uygun yaşayan akrabayı ise, hiç olmazsa haftada veya ayda bir ziyaret etmeli, kırk günü geçirmemelidir.

Uzak memlekette ise, mektupla, telefonla veya haber göndererek gönlünü almalıdır. Dargın olsa da ziyareti ve gönlünü almayı ihmal etmemelidir.

Akrabası gelmezse, cevap vermezse de, giderek veya hediye, selam göndererek, yahut mektup ile, telefon ile yoklamaktan vazgeçmemelidir. Allahü teâlâ, müslüman olan ve salih olan akrabayı ziyareti emrediyor. Bunun tersi olanları ziyaret etmeyi emretmiyor. Hele kendilerinden zarar gelecek günahkâr akrabadan uzak durmak gerekir.

Dargın olana, üç günden önce gidip barışmak, daha iyidir. Güçlük olmaması için, üç gün izin verilmiştir. Daha sonra günah başlar ve gün geçtikçe artar. Günahın artması, barışıncaya kadar devam eder. Hadis-i şerifte, (Sana darılana git, barış! Zulüm yapanı affet. Kötülük yapana iyilik et!) buyuruldu. (İbni Ebiddünya)

Üç günden fazla dargın duran kimse, şefaat olunmazsa, affolunmazsa, Cehennemde azap görecektir. Günah işleyene, ona nasihat olmak niyeti ile ondan uzak durmak iyidir. Allahü teâlâ için darılmak olur.

Birbirine dargın olanları barıştırmak gerekir. Hadis-i şerifte, (Hastanın halini sormak için 2 km git, küs olan kimseleri barıştırmak için 4 km, bir din kardeşini ziyaret etmek ve ilim adamından bir mesele öğrenmek için de 6 km git!) buyuruldu.

Hazret-i Musa, (Ya Rabbi, dargın olanları barıştırana ne ecir verirsin? diye sordu. Hak teâlâ, (Kıyamet gününde selamet verir, korktuğu şeylerden emin eder, umduğu şeylerle şereflendiririm) buyurdu.

Dargın olanların, bayramı veya başka bir günü beklemeyip, hemen barışması gerekir.

Hoşgörülü olmalı
Allahü teâlâyı ve Peygamber efendimizi seven kimse, insanların kusurlarına bakmaz, hoşgörülü olur. İyi insan, yani mümin herkesle iyi geçinir. Başkalarına sıkıntı vermediği gibi, onlardan gelecek eziyetlere de katlanır.

Bir kusurundan dolayı iyi bir kimseye darılmamak gerekir. Dargınlık olsa bile 3 günden fazla sürmemelidir. Bayrama kadar süren bir dargınlık olduysa, daha fazla gecikmeden barışmalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir müminin din kardeşiyle üç günden çok dargın durması caiz değildir. Üç gün geçtikten sonra, onunla karşılaşırsa, ona selam verip hatırını sormalıdır. O kimse selamını alırsa, birlikte, sevaba ortak olurlar. Selamını almazsa günaha girer. Selam veren de küs durma mesuliyetinden kurtulmuş olur.) [Ebu Davud]

(İki kişi, birbirine dargın olarak ölürse, Cehennemi görmeden Cennete giremez. Cennete girseler de birbiriyle karşılaşamazlar.) [İbni Hibban]

(Din kardeşiyle bir yıl dargın duran, onu öldürmüş gibi günaha girer.) [Beyheki]

(İnsanların amelleri, pazartesi ve perşembe günleri Hak teâlâya arz olunur. Hak teâlâ da, kendisine şirk koşmayan herkesi affeder. Ancak bu mağfiretten birbirine kin tutan iki kişi istifade edemez. Cenab-ı Hak, “O iki kişi barışıncaya kadar amellerini getirmeyin” buyurur.) [İ.Malik]

(Birbirinizle münasebeti kesmeyin! Birbirinize arka çevirmeyin! Birbirinize kin ve düşmanlık beslemeyin! Birbirinizi kıskanmayın! Ey Allah’ın kulları kardeş olun! Bir müslümanın diğer kardeşine darılarak 3 günden çok uzaklaşması helal değildir.) [Buhari]

(Birbirine dargın iki kimseden, hangisi önce selam verirse, günahları affolur. Verilen selamı öteki almazsa, bu selamı melekler alır. Selam almayan kimseye de şeytan, sevinerek iltifatta bulunur.) [İbni Ebi Şeybe]

(Müslüman kardeşine, üç günden fazla dargın duran kimse, ölünce Cehenneme gider.) [Nesai]
[Cehennemde günahı kadar ceza çektikten sonra çıkar.Yahut şefaate veya affa uğrarsa hiç Cehenneme girmez.]

Ara bulmak ve yalan
Müslümanların birbirine olan haklarından biri de iki kişinin arasını bulmak, küsleri barıştırmaktır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Nafile namaz, oruç ve sadakadan daha faziletli amel iki kişi arasını bulmak ve düzeltmektir. Çünkü ara bozukluğu dini kökünden yıkar.) [Tirmizi]

Peygamber efendimiz, bir gün gülümsedi. Bunu gören Hazret-i Ömer sebebini sual etti. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Ümmetimden iki kişi, ahirette hesaplaşırlar. Biri (Ya Rabbi, bu adamdan hakkımı al) der. Allahü teâlâ, ötekine, (Bu adamın hakkını ver) buyurur. Adam, (Ya Rabbi, bir iyiliğim kalmadı ki nasıl vereyim) der. Allahü teâlâ hak sahibine, (Bu adamın iyiliği kalmadı. Ne yapacaksın) buyurur. Adam (Öyle ise günahlarımı alsın) der. Bu arada Peygamber efendimiz ağlayarak (O gün öyle dehşetli bir gündür ki, o gün başkalarının günahlarını yüklenmek şöyle dursun insan kendi günahının yükünü çekemez) buyurdu.

Allahü teâlâ, hak sahibine, (Başını kaldır da, Cennetin şu muhteşem köşklerine bak) der. Hak sahibi baktıktan sonra, (Evet görüyorum. Bu muhteşem köşkler, hangi peygamberin veya hangi şehidindir) der. Allahü teâlâ, (İşte o gördüğün göz kamaştırıcı köşkler, bedellerini ödeyenler içindir) buyurur. Adam, (Ya Rabbi bunların bedellerini kim ödeyebilir ki?) der. Allahü teâlâ, (Sen ödeyebilirsin) buyurur. Adam, (Nasıl ödeyebilirim, neyim var ki?) der. Allahü teâlâ, (Hakkını bu kardeşine bağışlamakla bu köşke sahip olursun) buyurur. Adam hemen, (Bağışladım ya Rabbi) der. Allahü teâlâ, (Haydi kardeşinin elinden tutup Cennete girin) buyurur. Peygamber efendimiz aleyhisselam devam ederek buyurdu ki:
(Allah’tan korkun ve aralarınızı düzeltmeye çalışın! Çünkü Allahü teâlâ, kıyamet gününde sizin aralarınızı düzeltir.) [Haraiti]

Karı-kocanın veya dargın iki kişinin arasını düzeltmeye çalışmak çok sevaptır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İki kişinin arasını düzeltmek, nafile oruç ve namazlardan daha faziletlidir.) [Taberani]
[Bazı kimseler, namaz kılmayıp, oruç tutmayıp, "Ben iki dargını barıştırdım, çok sevap aldım" derler. Namaz kılmayanın böyle iyiliklerine sevap verilmez. İyiliklere sevap verilebilmesi için doğru iman etme ve namaz kılma şartı vardır.]

Yalan büyük günah olduğu halde birkaç yerde, hayra, iyiliğe vesile olduğu için caizdir. Harpte, düşmanların zararından korunmak için, iki müslümanı barıştırmak için birinden diğerine iyi söz getirmek için caizdir. Ölmemek için leş yemeye benzer. Çünkü bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İki kişinin arasını bulmak için hayırlı söz söyleyen yalancı değildir.) [Müslim]

Bunların haricinde şakadan bile olsa yalan söylememeli. Bu konudaki bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Mümin her kabahati yapabilir. Ama hıyanet edemez ve yalan söyleyemez.) [İbni Ebi Şeybe]

Sual: Dinimizde küs durmak caiz mi, müslüman bir arkadaş benimle konuşmuyor. O benimle konuşmadığı için günaha sadece o mu giriyor ben de günaha giriyor muyum?
CEVAP
Dinimizde küsmek, dargın durmak caiz değildir, günahtır. Üç günden fazla dargın duran kimse, şefaat olunmazsa, affolunmazsa, Cehennemde azap görecektir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Bir müminin din kardeşiyle üç günden çok dargın durması caiz değildir. Üç gün geçtikten sonra, onunla karşılaşırsa, ona selam verip hatırını sormalıdır. O kimse selamını almazsa günaha girer. Selam veren de küs durma mesuliyetinden kurtulmuş olur.) [Ebu Davud]

(Müslümanla alakayı kesmek onun kanını dökmek gibidir.) [Ebu Nuaym]

Bir de küs durmanın sebebi nedir? Bu önemlidir. Alacak verecek meselesi midir, para meselesi mi? İtibar meselesi mi? Konuşmaz ama kin gütmezse küs duranların günahını yüklenmez. Nefret etmemek şartı ile ondan zarar gelir diye konuşmazsa küs durma günahına girmez.

Günah işleyene, büyüklük taslayana, kendini beğenene, sizinle alay edene nasihat olmak niyeti ile ondan uzak durmak iyidir. Allahü teâlâ için darılmak olur. Hâlini düzelt demek olur.

Sual: Hadis-i şerifte (Birbirinizi sevmedikçe, imana kavuşamazsınız) buyuruluyor. İnsan biriyle küsünce kâfir olmaz mı?
CEVAP
Hayır, kâfir olmaz. İnsan dünya işleri için bir müslümana kızar, onunla küsebilir. Üç günden fazla dursa da, yine kâfir olmaz. Yani insan günah işlemekle kâfir olmaz.

Dargınlar barışmalı
Sual: Birkaç arkadaş, bana dargın, konuşmuyorlar. Ne yapmam uygun olur?
CEVAP
Müslümanların dargın durması kötüdür. Dargınları barıştırmak sevabdır. Dargın durulmayıp barışmalı. Hoşlanılmayan kimseyle de, samimi olmamalı, ama rastlayınca selamlaşma ihmal edilmemeli. Yani konuşmamakla dargın durmak farklıdır. Zararı gelecek kimseyle konuşmak gerekmez, ama rastlayınca selam vermelidir.

Küs durmak
Sual: Bazı arkadaşlarla konuşmuyorum, ama hiçbirine kinim, düşmanlığım yok. Konuşunca zararları dokunuyor. Yanlarına gitmekten çekiniyorum. Hiç onlara darılmadan uzak durmam, konuşmamam günah olur mu?
CEVAP
Madem size zararı dokunuyor, kin beslemeden mesafeli durmak günah olmaz. İhtiyaç olmadıkça konuşmamanın da mahzuru olmaz. Ama görüşüldüğü zaman, yine ihtiyaç kadar konuşmalıdır.

Küs durmak
Sual: Görüştüğümüz zaman, sıkıntı veren iyi ve kötü arkadaşlarım var. İster istemez konuşmuyorum, ama dinimizde üç günden fazla küs durulmuyor. Sıkıntılarından uzak kalmak niyetiyle bunlarla konuşmamam uygun mu?
CEVAP
Küs durmak ayrı, konuşmamak ayrıdır. İnsan konuştuğu hâlde, kin güdebildiği gibi, konuşmadığı birine kin gütmeyebilir. Kin gütmemek şartıyla, bir mazeretle konuşmamak ve araya mesafe koymakta mahzur olmaz.

İslam âlimleri buyuruyor ki:
(Arkadaşına üç günden fazla dargın duran, affa veya şefaate kavuşmazsa, Cehennemde azap görür.)

Günah işleyene, darılmak ve nasihat için ondan uzak durmak caiz, hattâ müstehabdır. Bu, Allahü teâlâ için darılmak olur. Hadis-i şerifte, (Amellerin en kıymetlisi, hubb-i fillah ve buğd-i fillahtır) buyuruldu. Hubb-i fillah, Allahü teâlâ için sevmek demektir. Buğd-i fillah, Allahü teâlâ için sevmemek, dargın olmak demektir.


10 Nisan 2015 Cuma

Chef Meryl's Pratik kolay dondurma tarifi

Dondurma Tarifi
1 litre süt
2 yumurta
1 paket vanilya
6 çorba kaşığı şeker
1 tatlı kaşığı sahlep
Sütü kaynatın ve altını kısık ateş kıvamına getirin. Bu esnada yumurtalar ile vanilya sahlebi iyice çıpın. Çırpma işlemi sonrasında elde ettiğiniz karışımı kaynamakta olan süte karıştırın. Biraz piştikten sonra çırparak ılınmasını sağlayın. Dondurmanızın harcını çelik bir kaba boşaltıktan sonra deep freezde 3 saat soğutun. Bu işlemi yaparken birer saat ara ile dondurmayı çırpmayı ihmal etmeyin!
































Posted via Blogaway


Dondurma'nın Tarihi

İşte Dondurma Hakkında Bilmediklerimiz

Sütün, şekerin, suyun, yumurtanın ve meyvelerin karıştırılarak dondurulmasıyla ortaya çıkan dondurma, her toplumun damak zevkine ve kültürüne bağlı olarak farklılıklar gösterir fakat yine de 7'den 70'e herkesin çok sevdiği bir tatlıdır. İşte bu keyifli ve vazgeçilmez yiyecek hakkında daha önce hiç duymadığımız bilgiler;

Dondurma, eski tarihlerde buzdan yapılmaktaydı. Süt bazlı dondurmaların üretilmeye başlaması ise 10. yüzyıldan sonraya tekabül etmekte.
Roma İmparatoru Nero’nun, dağın zirvesinde biriken kar ve buzları toplatıp özel bir odada muhafaza ettiği ve kendisine sunulan meyvelerin üzerine konulmasını istediği bilinmektedir.
Marko Polo 1254-1324 yılları arasında ziyaret ettiği Çin’de ilk kez dondurmayı denemiştir. Avrupa, dondurma ile 13. yüz yıldan sonra Marko Polo’nun Çin’den İtalya’ya dönmesi sayesinde tanışmıştır.
Dondurmanın sanayi üretimi 1851 yılında Amerika’nın Boston eyaletinde başlamıştır.

İlk dondurma reklamı 18 Eylül 1849 tarihinde Ceride-i Havadis gazetesinde yer almış ve Beyoğlu Alman konsolosluğu karşısında açılan bir şekerci dükkânında satılan dondurmanın reklamı yapılmıştır. Resim ve çizimlere yer verilmeyen metin içerikli reklamda “nefis” ve “gayet ucuz” gibi sloganik sözcükler görülür.

ilk basılı yemek kitabı olan 1882 tarihli Ayşe Fahriye’nin “Ev Kadını” adlı kitapta kaymaklı, vanilyalı, kahveli, limonlu, vişneli, frenküzümlü, çilekli, kızılçıklı karadutlu, kayısılı, kavunlu dondurma tarifleri bulunmaktadır. Bu tarifler hep dondurma kutularında yapılacak şekilde verilmiştir. Ancak 1930’lu yıllarda artık evlere girmeye başlayan buzdolapları dondurma tariflerine de değişiklik getirir.

Dondurmanın İkinci Dünya Savaşı sırasında askeriyelere dağıtılması tüm dünya tarafından kabul edilen bir yaz lezzeti olmasını sağlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi dondurma yenerek kutlanmıştır.
Dünyanın en büyük dondurması 1988 yılında Kanada’da üretilmiştir. Dondurmanın toplam ağırlığı tam olarak 24 tondur.
İstatistiklere göre en çok tercih edilen dondurma çeşidi vanilyalı dondurmadır. Sırasıyla çikolatalı, çilekli ve kurabiyeli dondurma çeşitleri diğer en çok tüketilenler arasındadır.
Bugüne kadar üretilen en ilginç dondurma çeşidi sosisli sandviç aromalı dondurmadır.
İstatistiklere göre en çok dondurma satılan gün Pazar’dır.
Tarihçilere göre Büyük İskender, nektar ve bal aromalı buz yemeyi severdi.
Temmuz ayı Amerika’da “Ulusal Dondurma Ayı” olarak kabul edilmektedir.
Dondurulmuş muhallebi ve dondurulmuş yoğurt da bir tür dondurma çeşidi sayılmaktadır.

Posted via Blogaway


9 Nisan 2015 Perşembe

Mutsuzluk zamanlarında mutluluk


MUTSUZLUK ZAMANLARINDA MUTLULUK

Ama yalnız değilsiniz, Alman yazar Wilhelm Genazino’nun yarattığı, yorgun, bezgin, umutsuz, çekingen, melankolik ve kendi işini yapamayan kahramanı gibisiniz. Kendine bu sistemin içinde yer edinmeye çalışan, bunu yaparken de giderek mutsuzlaşan, solan bir çiçeksiniz.   

Güzel okullarda okudunuz. Güzel hayaller kurdunuz. Kiminiz filozof, kiminiz kimyager, kiminiz de yazar olacaktı. Yönetmen, gazeteci, fotoğraf sanatçısı, öğretmen, müdür, iyi bir işletmeci. Gençtiniz, hayal kurmakla onu başarmak arasındaki zorlukların bir kısmını henüz görememiştiniz. Mezun olup para kazanmak zorunluluğu gibi bir gerçeği kabul etmek düştü payınıza. İdealisttiniz. Önce yüksekten atılan iş görüşmeleri yaptınız. Burnunuz büyüktü. Zaman geçtikçe ve işlerin sizin peşinize düşmediğini anladıkça, hedeflerinizi küçülttünüz. Mesela öğretmen olarak mezun oldunuz ama atanamadınız. Çalışmak mecburi, eve ekmek götürmek de… O zaman başka işler kovalamaya başladınız; herhangi bir şirkette her hangi bir iş. Belki taksicilik, belki halkla ilişkiler, belki satış pazarlama, belki tezgâhtarlık. Kiminiz de iş bulamadı, yıllarca… Tıpkı atanamayan 350 bin öğretmenden biri Ömer Türkmen gibi.
Ama yalnız değilsiniz, Alman yazar Wilhelm Genazino’nun yarattığı, yorgun, bezgin, umutsuz, çekingen, melankolik ve kendi işini yapamayan kahramanı gibisiniz. Kendine bu sistemin içinde yer edinmeye çalışan, bunu yaparken de giderek mutsuzlaşan, solan bir çiçeksiniz. “Akvaryumda unutulmuş bir balık gibi, sessiz, sabırlı ve ürkeksiniz.” Kitap boyunca kahraman adını bir kez söylüyor, onda da gerçek adını mı yoksa uydurduğu bir ismimi emin olamadım, bence uydurmuştu ama biz ona yine de Gerhard diyelim. İsminin bir önemi yok aslında. Pek çok insandan farklı bir hayat yaşamıyor çünkü. Wilhelm Genazino’nun yarattığı dünyanın başkişisi, “Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk” kitabının neredeyse tek tiplemesi. Pek çok karakter onun dünyasında yankı buluyor ama tamamen Gerhard’ın içsesini duyduğumuz için onlarla ilgili yüzeysel bilgiler ediniyoruz. Kahramanımız son derece iyi bir entelektüel birikime sahip, felsefe mezunu, doktorasını Heidegger üzerine yapmış. Gelin görün ki hayatla mücadelesi okulunu bitirir bitirmez başlamış. Çünkü daha yolun başında devlete borçlanmış. Neden mi? Tabi ki öğrenim kredisi yüzünden. Tanıdık geliyor mu size? İlk işinizi neden alakasız bir meslekten edindiğinizi hatırladınız mı şimdi? Geçinmek, kendi kendine yetmek yani para kazanma zorunluluğu. Çok tanıdık. Genazino’nun kahramanı bize yabancı değil anlayacağınız. Almanya’da gencecik bir delikanlı olduğu zamanlar için şöyle diyor: “27 yaşındayken, dağıtım şoförü olarak işe başladım. Felsefe öğrenimimi yeni tamamlamıştım ve eğitim düzeyime uygun bir işi ne üniversitede ne de üniversite dışında bulabilmiştim; ama para kazanmam gerekiyordu, hem de bir an önce; çünkü sekiz yıl boyunca aldığım öğrenim kredisini eğitimimi tamamlar tamamlamaz geri ödemeye mecburdum.”
Çeşitli işlerde çalıştıktan sonra büyük bir çamaşırhanenin müdürü olur Gerhard. Biz onu kendine yabancılaşmanın ve dışlanma duygusunun en derin olduğu günlerinde tanırız. O nedenle içsesi tetiktedir. Endişeli hali, eleştirel gözün verdiği tatminsizliği doruk noktadadır. Marketlerin plastik poşetlerindeki tüketim sloganlarından bile utanç duyan bir adamdır o. Yorgunluğu aşırı duyarlılığından kaynaklanır. Bir çamaşırhanenin müdürü olarak yaşayamayacağının o da farkındadır ama sıkışmışlık duygusu ve o zamana değin kazandığını düşündüğü şeyler de az değildir.
Kimin hayatını yaşıyoruz?

41 yaşlarını süren Gerhard’ın Traudel adlı bir sevgilisi vardır, bakıldığında gayet mutlu bir çift, gelirleri iyi, ortak hareket edebilen rutin bir ilişki gibi durur onlarınki. Birbirlerini seven çiftler ne yapıyorsa onu yaparlar; akşam birlikte yemek yemeler, televizyon izlemeler, tiyatroya gitmeler, sevişmeler… Oysa derinlerde olağanüstü farklı iki kişinin portresini çizer bize Wilhelm Genazino. Traudel bulunduğu hayata uyum sağlamış, çocuk ve evlilik isteyen, mutsuzsa da o mutsuzluğu kabullenmiş bir bireydir. Sevgilisi ise onun tam tersi hislerle çevrilidir. Kitap boyunca karşımıza çıkan sembolik durumlar, adamımızın mutsuzluğunun ne kadar derin olduğunu bize gösterir. Sürekli eski püskü kıyafetlerini giyen Gerhard, bunu daha da ileri taşır ve en eski pantolonunu bir daha almamak üzere balkona asar.“Benim yerime pantolonum aşınıyor ve bu sayede acılardan güzelce arınmış bir yazgı umursamazlığına itiyor beni.” Gerhard, ne Traudel’i, ne de işini kaybetmek istemez ama mutsuzluğu ne olacak?
Giderek melankolikleşen, olur olmaz yerlerde ağlamaya başlayan, kimi zaman tamamen içine kapanan ve sürekli kendine üzülen bir adamdır o. Severek okuduğu bir okuldan mezun olmuş ama asla mesleğini yapamamış, işsiz kalacağına başka bir iş kolunda, sevmediği, yabancılaştığı ve kendini giderek öldürdüğü bir meslekte hayatını sürdüren bir adam. Bu topraklara hiç yabancı değil öyle değil mi? Oysa yaşananlar global dünyanın hemen herkese dayattığı bir mutsuzluk tablosu. Türkiye’de 350 bin atanamayan öğretmen var. Genç nüfusun ise işsizlik oranı % 19. Yalnızca Türkiye’de değil Avrupa’nın pek çok ülkesinde de genç nüfusun işsizlik oranları her geçen gün artış gösteriyor. Örneklerini çokça gördüğünüz gibi kimileri ise kendi branşlarının dışında dâhil olmak istemedikleri bir iş yaşamının kendine yabancılaşmış personelleri olarak hayatlarını sürdürüyor.


Zenginlik bizi öldürüyor

Başarı ve rekabete dayalı bir toplumda bundan fazlası da beklenemezdi aslında. Madalyonu başka bir açıdan tekrar inceleyelim. Bu kez Zygmunt Bauman’ın çok anlaşılır bir üslupla ele aldığı kitabının sayfalarında dolanacağız; “Azınlığın Zenginliği Hepimizin Çıkarına mıdır?” Bauman bir aydınlanma hapı niteliğindeki eserinde çok çarpıcı istatistiksel bilgiler veriyor. Kimileriniz bunları biliyorsunuz ama tekrar etmekte fayda var. “2000 yılında yetişkin nüfusun en zengin yüzde 1’lik bölümü dünyadaki zenginliklerin yüzde 40’ına sahipken, en zengin yüzde 10’luk kısım dünyadaki toplam malvarlığının yüzde 85’ini elinde bulunduruyordu. Söz konusu nüfusun daha fakir olan yarısı küresel varlıkların sadece yüzde 1’ine sahipti.”  Devam edelim Bauman şöyle diyor: “Günümüzde en zengin ülke olan Katar’da kişi başına düşen gelir en fakir ülke olan Zimbabve’dekinin 428 katıdır.”
Bu işte bir yanlışlık yok mu? Yalnızca yukarıdaki şu iki örnekten de anlaşılacağı üzere bu işte bir terslik yok mu? Artan gelir eşitsizliği, eşitsizlik uçurumunun derinleşmesi bizi ne hale getirmiş görebiliyor musunuz? O halde atanamayan öğretmenlerden tutun, iş bulamayan insanlara, sokakta yaşayanlara, evsizlere, bir dilim ekmeğe muhtaçlara, açlıktan ölen nice çocuğa, dünyada her gece aç yatan 1 milyar insana birilerinin söyleyecek sözü olmalı. Birilerinin bu adaletsiz gelir dağılımına söyleyecek iki çift lafı da… Dünya Gelişim Ekonomisi Araştırma Enstitüsü’ne göre şu anda dünya nüfusunun en zengin yüzde 1’lik kesimi daha fakir olan yüzde 50’nin neredeyse 2.000 katı kadar zengin. Bu nasıl bir aç gözlülük, bu nasıl bir bencillik, bu nasıl bir düzen? Dünyada 3 milyar insan günlük 2 ABD doları olarak belirlenen yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bu nasıl bir sistem?
Zenginin utanması yok 

Zenginin utanması yok. Yoksulun sırtından kazanarak elde ettiklerini dağıtamayacak, yeni iş alanları yaratamayacak ve utanmadan küçülmeye giderek, işten çıkarmaya cüret edebilecek kadar benciller. Dünya nüfusunun yüzde 20’si dünya çağında üretilen tüm mal ve hizmetlerin yüzde 86’sını tüketirken, en yoksul yüzde 20’nin ise sadece yüzde 1,3’ünü tükettiğini biliyor musunuz? Bauman’ın verdiği çarpıcı bilgiler insanın kanını donduracak nitelikte. Hiç durmadan üreten, ucuza, yaşam kalitesinin en düşük şartlarında emekçileri çalıştıran, yıllık bir, bilemediniz iki hafta verdiği izinlerle, işçinin ağzına bal çalan o patronların hepsi bencilin de ötesinde kötüler. Öyle kötüler ki, işçi hakları, grev, boykot sözcüklerini duydukları anda Hükümeti de arkalarına alarak biraz daha işçiyi sömürmeyi, sendikalaşanı kovmayı, iş kazalarında sakatlananın kısa yoldan ağzını kapatmayı iyi biliyorlar. Hadsiz ve arsızlar.
Zengin fakir uçurumu 

Gelir seviyesindeki adaletsizlik öyle aşılmaz bir uçuruma dönüştü ki zengin giderek zenginleşirken, fakir daha da fakirleşiyor. Orta sınıf “korunmasız çalışanlar sınıfına” dönüştü diyor Bauman. Amerikan Gelişim Merkezi’ne göre, bu otuz yılda Amerikalıların fakir olan yüzde 50’sinin geliri yüzde 6 oranında artarken, en zengin yüzde 1 için bu oran yüzde 229 olmuş. ABD’deki 2007 kredi çöküşünü hatırlıyorsunuz öyle değil mi? ABD krizine yol açanlar da, bu işten karlı çıkanlar da aynı insanlar oldu. Joseph Stiglitz onlar için şöyle diyor: “2008 ve 2009’a gelindiğinde görüldü ki bu adamlar ekonomiyi iflasın eşiğine getirip yüz milyonlarca dolarla sıvıştılar.” Oysa aynı adamlar eşitsiz gelir dağılımını her daim haklı göstermişlerdi. Daha fazla kutuplaşmış, krizlere daha fazla gebe ekonomilerin üzerinde yürüyoruz. Hükümetler gelip geçiyor ama artan gelir seviyesindeki artış değil, işsizlik ve yoksulluk oluyor. Girişimcilik arttı, ekonomi pastası büyüdü ama kimin için? Toplumların en zengin üyelerinin pastadan gittikçe daha büyük paylar aldığı bir ekonomik model kaç sene daha kendisini var edebilir? Bir avuç zengini daha da fazla zengin etmek için gösterilen bu gayret neden peki? Doğuştan gelen eşitsizliğimizi, dışlanmışlığımızı, işsizliğimizi ve borçlarımızı ne kadar süre daha taşıyabiliriz omuzlarımızda? Peki, bu eşitsizliklere neden katlanıyoruz hala?
9 Eylül 2009’da 7 kadın işçi Halkalı’da minibüsün içinde boğularak can verdi. 12 Mart 2012’de bir alışveriş merkezi inşaatında çalışan 11 işçi çadırlarında yanarak can verdi.  2013 yılında iş kazaları nedeniyle 95 maden işçisi yaşamını yitirdi. Aynı yıl toplamda 1235 işçi iş kazaları nedeniyle bu dünyaya veda etti. Dünyada da durum vahim. Her gün yaklaşık 6 bin 300 kişi iş kazası veya meslek hastalıkları nedeniyle yaşamını yitiriyor. Her yıl asbest yüzünden 100 bin kişi, silis tozu nedeniyle binlerce insan bu dünyadan göçüyor. 13 Mayıs 2014’te Manisa Soma’da resmi kayıtlara göre 301 maden işçisi, patronların aç gözlülüğü, sendikaların basiretsiz tutumları, ihmaller zinciri, saçma sapan tasarruflar, birbirinden hatalı çalışma koşulları ve doymak bilmez kar hırsı nedeniyle cinayete kurban gitti. Üzerinden bir ay bile geçmeden benzer bir acı haber bu kez Şırnak’tan geldi. 3 Haziran günü Cudi dağı eteklerindeki Toptepe köyünde 1 nolu kömür ocağında göçük meydana geldi ve 30 yaşındaki maden işçisi İbrahim Sağnak yaşamını yitirdi. Türkiye’de trajedilerin ve iş cinayetlerinin ardı arkasının kesilmeyeceğinin habercisi ise 11 Haziran’da yine aynı bölgede meydana gelen ikisi kardeş üç işçinin hayatına mal olan göçük kazası/cinayetiydi.
Daha ne kadar? 

Bu dünyanın içine doğduk biz. Kendi seçimlerimizin ürünü olmayan yaşamları ve bu sistemi kabul etmek zorunda değiliz. Kayıtsızca itaat ettiğimiz sürece topluca sefaleti yaşamaya devam edeceğiz. Ama gün gelecek elimizdeki alışveriş poşetleri, severek aldığımız mobilyalar ve bizi baştan çıkaran diziler de yetmeyecek. On beş yılın sonunda sizin olan o ev gözünüze hiç de güzel görünmeyecek. Topluca sefaletten bir gün hepimize gına gelecek. Ve o gün Keynes’e bir kez daha kulak vereceğiz: “Para hırsı ahlaksızlıktır, tefecilik suçtur ve para sevgisi tiksindiricidir.”
Tekrar Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk arayan kahramanımız Gerhard’a dönelim. Gerhard’ı patronu işten çıkardı. Hayatının merkezinde yer alan istikrarsızlık, akut ruhsal rahatsızlıklar, sürekli endişe ve kronik mutsuzluk her fakir insanın yakasına yapıştığı gibi onu da esir aldı. Ama sonra neler olduğunu bu eşsiz yapıtı okuyarak öğreneceksiniz. Wilhelm Genazino’nun ilk kez dilimize kazandırılan eseri Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı. Sistem eleştirisi sunan bu yapıtı en kısa zamanda okumanız dileğiyle. Bu arada peşi sıra Zygmunt Bauman’ın “Azınlığın Zenginliği Hepimizin Çıkarına mıdır?” adlı verimini de okusanız ne güzel olur…



Posted via Blogaway


8 Nisan 2015 Çarşamba

George Orwell 'in Hayvanlar Çiftliği

Hayvanlar Çiftliğini illaki okumuşsunuzdur.
Okumayanlar için kısaca şöyle özetleyebilirim " Yani kitapta olduğu g-g-gibi, insanlık da hayvanlarla simgeleniyor. Köpekler, domuzlar ve koyunlar. Köpekler açgözlü işadamlarını, domuzlar yozlaşmış politikacıları ve koyunlar da kalan herkesi, geriden gelenleri simgeliyor."


Nasıl da bakıyor öyle sevgiye ilgiye muhtaç


"Üzülme"


"Üzülme, Irmağı deniz, denize okyanus sığmaz.


5 Nisan 2015 Pazar

Sabır;


Sabır; ağrıları dindiren acı bir ot gibidir.
Hem can yakar hem tedavi eder.


Dünya gözü - Gönül gözü


Dünya gözü ile bakan YÜZ' ü,
Gönül gözü ile bakan ÖZ' ü görür.


Dua'nın vakti


"Çaresizlik Allah'tan gelen en güzel işarettir; Dua'nın vaktinin geldiğini gösterir."


Bil ki ;


İnsan ateş değil,  kendi gafleti yakar.
Herkeste kusur görür, kendine kör bakar...
Bil ki; neye nasıl bakarsan, o da sana öyle bakar...


İhtiyacım yok !


Kimsenin beni dağlar kadar sevmesine ihtiyacım yok ! Bana yüreği kadar saygı duysun yeter.


Gidiyorum sessizce


1 Nisan 2015 Çarşamba

Aşkın yaramaz çocukları



EROS ve PSYKHE
(AŞK ve RUH)

Nizami ÇUBUK

Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada âşık oldum!
Eve ekmekle tuz götürmeyi;
Böyle havalarda unuttum.
Şiir yazma hastalığım;
Hep böyle havalarda nüksetti.
Beni bu güzel havalar mahvetti. (Orhan Veli)


Bir güzele vuruldunuz mu hiç… Âşık oldunuz mu? Sizi umarsız aşklara düşüren nedir? Orhan Veli gibi: “Böyle havalar mı” dersiniz… Hayır, hayır! Bilemediniz… Aşkın yaramaz çocuklarını tanımıyorsanız eğer, vay halinize!... Her an aşkın kanatlı meleği Eros’un oklarıyla vurulabilirsiniz… Evet! Vurulabilirsiniz… Bir güzele “vurulmak” da işte böyle bir şey… Eros’un oklarına hedef olan iflah olmaz… Hemencecik, bir güzele âşık olur; vurulur…
Mitolojik esintilerin savurduğu, zaman içindeki yolculuğumuzda; aşkın yaramaz çocukları Eros ve Psykhe’yi (aşkı ve ruhu) tanıyacağız…
Eros sırtındaki bir çift kanadıyla uçarak dünyayı dolaşır, geçtiği yerlere çiçek kokularıyla bezenmiş duygular savururdu. İnsanların mutlulukları için, annesi Afrodit (Aphrodite) gibi, dünyaya güzellik ve neşe saçar, insanların gönüllerini amansız aşk ateşi ile yakardı… Eros'un elinde her zaman yayı ve okları olurdu… Oklarıyla insanları kalplerinden vurur, onları birbirlerine âşık ederdi.

Psykhe, bir kral kızıydı… Çok gururluydu ve hiç kimseye âşık olmamakla övünürdü. Gerçekten o kadar güzel, o kadar alımlıydı ki, görenler onu güzellik tanrıçası Afrodit sanarak, ona tapınıyorlardı… Ama Afrodit bir ölümlü ile karıştırılmaktan hiç hoşlanmıyordu... Bu yüzden, bir gün oğlu Eros'u yanına çağırdı ve Psykhe’yi dünyanın en çirkin erkeğine âşık ederek cezalandırmasını istedi.
Eros, annesinin isteğini yerine getirmek için hemen yollara düştü...
Eros, Psykhe’yi kırlarda çiçek toplarken görmüştü… Ve onu görür görmez duyguları alt üst olmuştu. Psykhe'nin kalbini nişan alarak oku atmak üzereyken, bu genç kızın güzelliği aklını başından almış; onu başkasına âşık etmek yerine kendisi âşık oluvermişti.
Ve bir gün, aşkın yaramaz çocuğu Eros da, bir güzele âşık olmuştu. Eros, annesi Afrodit’ten korktuğu için Psykhe'yi alıp sihirli bir saraya götürmüştü. Bu saray uyuyan bir ormanın ortasına kurulmuş, görkemli fakat ıssız bir saraydı…
Yeni yaşamlarında, Kanatlı güzel delikanlı gece karanlık düştükten sonra, kendini göstermeden saraya giriyor, sevgilisi ile buluşarak, onun gül koynunda uyuyordu... Bu sihirli sarayda bir insanın isteyebileceği her şey vardı… Ama Psykhe'nin tek isteği kendisini deliler gibi seven bu delikanlının yüzünü görmekti. Ancak, Eros bunu asla kabul etmiyordu. Gece hep karanlıkta geliyor ve sabah ortalık ağarmadan da gidiyordu… Yüzü belli olmasın diye Eros, akşamları sarayda ateş ya da kandil yakılmasını bile yasaklamıştı.
Psykhe ne kadar yalvarsa da fayda etmemişti. Eros şöyle diyordu:"Aşkımızın sırrını kalbinde taşıdığın sürece mutlu olacaksın, beni görmeyi aklından bile geçirme, kim olduğumu ya da kimin oğlu olduğumu öğrenmeden, bilmeden, beni olduğum gibi sev seveceksen. Senden gizlenen şeyleri öğrenmeye çalışarak mutlu olma şansını kaçırma elinden!” Psykhe de bunu kabul etmiş, Eros'u görmeden kim olduğunu bilmeden, körü körüne sevmişti… Birlikte çok mutluydular… Ancak Psykhe'nin kız kardeşleri onların bu mutluluğunu çok kıskanıyorlardı...
Eros’un sarayda olmadığı bir gün kardeşlerini ziyarete geldiklerinde, ona sevdiği delikanlının dünyanın en çirkin en iğrenç en vahşi görünüşlü adamı olduğunu söylediler. “Eğer güzel bir delikanlı olsaydı, sevdiğinden yüzünü gizlemezdi, seni böyle ıssız bir sarayda tutamazdı!” dediler. Ve ona, gece sevdiği delikanlı gelmeden önce yanan bir kandilin üzerine vazoyu ters çevirip koymasını söylediler. Böylece, Eros uyuduktan sonra vazoyu kaldırıp aydınlıkta onun yüzünü görebilecekti.
Psykhe merakına engel olamayarak kardeşlerinin dediklerini yaptı. Yanan kandili bir vazonun altına gizleyerek, sevdiğini beklemeye başladı. Eros her şeyden habersiz saraya dönmüş, kendini sevdiği kadının kollarına bırakmıştı…
Eros derin uykuya dalınca, Psykhe gürültü etmeden, usulca yatağından kalktı… Ters çevirdiği vazoyu kaldırarak, kandili eline aldı… Ve delikanlıya iyice yaklaştı… Gördükleri karşısında hayrete düşmüştü. Çirkin ve iğrenç bir erkek görmeyi beklerken genç ve yakışıklı bir erkekle karşılaşmıştı.
Eros'un yakışıklılığı, dünyada ki başka hiç bir erkekle kıyaslanamazdı. Yüzü tarif edilemeyecek kadar güzel bu delikanlıyı görünce, Psykhe'nin ona duyduğu aşk bir kat daha arttı… Sevdiğini alnından öpmek için eğildiğinde, kandilin kızgın yağından bir damla Eros'un çıplak omzuna damlayıverdi... Eros, duyduğu acıyla sıçrayarak uyandı. Sevgilisinin kendisini dinlemeyip, yüzünü görmek için ona oyun oynadığını anlayınca; hemen kanatlarını açıp, uçarak oradan uzaklaştı… Eros'un gitmesiyle, Psykhe için yaptığı büyülü saray da hemencecik bozuluvermişti...
Psykhe üzüntüsünden ne yapacağını bilmez olmuştu. Her şeyden çok sevdiği delikanlıyı kaybetmenin acısıyla yollara düştü… Sevdiğini tekrar bulma umuduyla tüm dünyayı dolaştı, sayısız yerler gezdi ama bir türlü Eros'un izine rastlayamadı.
Nihayet dolaşmaktan bitkin bir halde, amansız ve umarsız aşkların tanrıçası Afrodit'in kapısını çaldı... Aklınca, kendisine acıyıp sevdiği delikanlının yerini söyleyebileceğini düşünüyordu… Ancak, Afrodit yardım etmek bir yana, güzelliğini kıskandığı için, onu bir köle olarak çalışmaya mahkûm etmişti. Zavallı Psykhe sevdiğine ulaşabilmek için buna da razı olmuş ve tek kelime bile etmeden, kendisine söylenen her şeyi yapmıştı. Eros için her türlü acıya katlanmaya razı olmuştu.
Günler sonra, bütün olanları uzaktan gözetleyen Eros'un, yanan omzu iyileşmişti… Ve bir gün, kendisine bu kadar yürekten bağlı olan sevgilisinin kaderini değiştirmek için Tanrılar Dağı Olympos'a gitti. Baş Tanrı Zeus'un ayaklarına kapanarak, Psykhe'nin kurtarılması ve kendisine eş olarak verilmesi için yalvardı… Zeus kendi çapkınlıklarında çokça yardımını gördüğü için, Eros’un tüm isteklerini kabul etti ve hemen haberci tanrı Hermes'e; Psykhe'nin Olympos'a getirilmesini emretti… Psykhe, tanrılar katına getirildi ve orada her şeyden daha çok sevdiği Eros ile evlenerek, mutlu bir yaşam sürdürmeye başladılar…
O günden sonra, aşkın yaramaz çocukları Eros ve Psykhe, yine asıl işlerine döndüler; insanların kalplerine aşk oklar atıp durdular…
En çok da bahar aylarını seçtiler, oklarını fırlatmak için… Önümüz bahar aman ha dikkat! Eros’un aşk oklarıyla kanamasın yüreğiniz!
Siz yalnızca içinden ok geçen kalp resimleri yaparak durumu kurtarmaya bakın… Böyle yapanlar, sembolik olarak Eros’un okuyla vurulmuş sayılırlar… 



FOTOĞRAF LİSTESİ

1. Eros ve Psykhe
2. Heykeltıraş Antonio Canova’dan Eros ve Psykhe,1793

3. François Pascal Simon Gérard. Eros ve Psykhe
4. Anthony Van Dyck. Eros ve Psykhe, 1638
5. Eros ve genç kız
6. Lucas Cranach, Afrodit ve Eros, 1509
7. Eros
8. Uyuyan Bebek Eros
9. Efes Eros’u