7 Aralık 2014 Pazar

Kayıp Cennet - Lost Paradise John Milton


Milton'un Kayıp Cennet'ine



Eterik Gök’ten alevler içinde başaşağı savruldular
Çok perişan ve yanarak
Dipsiz Cehennem azabına,
Kırılmaz zincirlerle bağlı Cehennem ateşinde yanmaya


Dokuz gün, Kaos’un içinde düşerler, ta ki:

Nihayet Cehennem
Açıp ağzım onları tümüyle yutup kapanana dek,
Cehennem onların layıkı, sönmez ateşler içinde
Istırap ve acı mekânı

Yanan bir göle düşerler ve etrafa bakınca parlak meleksi biçimlerinin çok değiştiğini görürler ve çevreleri:

Korkunç bir Zindan, dört bir yanı çevrili
Devasa bir Fırın’ dan alevler fışkırır, ama alevlerden
Işık değil, Karanlık görünür
Yalnızca, ıstırap manzaraları,
Huzur ve rahat yüzü görmeyen
Herkese doğan umudun hiç uğramadığı
Kederin, kasvetli ruhların diyarı görülsün diye;
Ama işkence durmaksızın sürer
Ve her daim yanıp tükenmeyen Kükürtle beslenen ateş Tufanı da;
Böyledir İlahi Adalet’ in asiler için hazırladığı yer
Burasıdır onları bekleyen Zindan
Zifiri karanlıkla ve onların kaderi,
Tanrı dan ve Cennet’in Işığı’ndan
Merkezin Kutbun ucuna uzaklığından üç kat daha uzakta.

Zindan “mukadderdir” ama içine atılacak olanlar değil. Cehennem hazırdır, ama onların oraya atılmaları mukadderat değildir. Kırılması imkânsız zincirlerden nasıl kurtuldukları asla açıklanmaz (Milton’ın öncülleri de bunu açıklayamamıştır), ama onların gittikleri yer:

Oradaki kasvetli Ova, ıssız ve yaban,
Kurşuni alevlerin saçtığı
Solgun ve boğucu ışıltı dışında
Karanlık ve iç karatıcı





Yine de Şeytan, durumdan en iyi şekilde yararlanmaya kararlıdır; Mefostofilis’in ağıtının tuhaf bir tersine çevriminde meydan okur:

Elveda mutlu Çayırlar
Neşenin ebedi olduğu: Selam size korkular,
Selam Cehennemi dünya, ve sen en dipteki Cehennem Yeni Sahibini kabul et; Zaman ve Mekânla değiştirilemez bir niyet getiren.
Bu niyet kendi yeridir ve kendinde
Bir Cennet’i Cehennem’e. Cehennem’i Cennet’e çevirebilir.
Hâlâ aynıysam nerede olduğumun.
Ve Gök gürlemesinin daha muhteşem kıldığından daha aşağıdaysam,
Ne olacağımın ne önemi var ki?
Burada nihayet özgür olacağız; Kadiri Mutlak burayı
Hasetinden kurmadı, bu yüzden bizi buradan kovmayacak:
Burada güven içinde hükmedebiliriz, ve bana kalırsa
Hükmetmek, Cehennem’de bile olsa hırs yapmaya değer:
Cennet’te kul olmaktansa Cehennem’de efendi olmak yeğdir!

Demonlar, gerçek anlamda Püriten bir şevkle, bir volkanın kıyısında görkemli bir saray inşa etmeye koyulurlar. Bu sarayın okurun zihninde Barok Roma’nın, Bizans Konstantinopolisi’nin, günahkâr Babil’in en uç aşırılıklarım canlandırması beklenir. Mimarı, pagan Olimpos’un ustası Hefastus ya da Vulcanus’un diğer ismiyle Mulciber’dir ve inşaatçı, eski plütokratik dostumuz, “Cennet’ten düşen en değersiz Ruh/ Cennet’te bile bakışları ve düşünceleri/ Daima aşağı doğru kayan/ Cennet’in Altın kaplı kaldırımlarını/ İlahi ya da kutsala yeğleyen” Mammon’dur. Bunların ortak çabası, şaşırtıcı bir sonuç verir. Pandemonium (“Tüm Demonlar”), Cehennem’in tarihindeki en muhteşem yapıdır, Spenser’deki her şeyden daha büyük, Dante’nin Dis’in Kenti’nden daha heybetli, Hesiodos’un Styks’in Evi’nden daha göz kamaştırıcıdır. Şeytan, gösterişli toplantı salonunda bir konsil çağrısı yapar. Cehennemi konsil, edebiyat ve dramada gelenekseldir ama Milton’ınki tümüyle farklıdır. Yeni monark, yalnızca Shakespeare’in Kleopatra’sının altın kaplamalı saltanat kayığıyla kıyaslanabilecek bir şatafatla oturur makamına:

Hürmüz’ün ve Hind’in ya da Kralları’na
Görgüsüzce inci ve Altın yağdıran
Muhteşem Doğu’nun zenginliğini gölgede bırakan
Bir Saltanat Tahtında
Bu kötü mevkiye layıkıyla yükselen
Şeytan oturur haşmetle




“Bahardaki anlar gibi” demonların binlercesi konsile üşüşür. Önde gelen demonlann her biri birer konuşma yapar. Molok savaş ister - o, Öfke’dir. Akıllıca, ama alçakça her türlü savaşa karşı olan Belilal ise Tembelliktir. Cehennem’in “Mücevherleri ve altınları” için kızgın sıkıntılara razı gelen Mammon, Tamahtır. Rütbece ikinci gelen Beelzebub, Kıskançlıktır; “Başka bir dünya, İnsan denilen bir ırkın mutlu diyarı”ndan söz eder ve onu yıkmayı “Cılız yerleşiklerini/Sürüldüğümüz gibi sürmeyi; ya da sürmezsek/ Onları bizim tarafa çekmeyi” önerir. Planı Konsili memnun eder ve uygulamak için oy verirler. Ama bu dünyayı ziyaret etmek için “karanlık dipsiz Abis’ten” kim geçecektir? Gururuyla Şeytan’dan başkası olamazdı bu.
Stygian Konsili dağıldı, iblisler kahramanlık oyunlarına, arp çalmaya, felsefe yapmaya ve en önemlisi yeni dünyalarını keşfetmeye dağıldı.

Bu kasvetli Dünyayı, belki daha yaşanılası
Bir iklim için iyice keşfetmek üzere yeni bir cüz macera için
Meşum sularını yanan göle kusan dört cehennemi nehir boyunca
Uçan Birlikleri dört bir yana dağıldı;
Ölümcül nefret tufanı Tiksinç Styks,
Kederin elim Akheron’u, kara ve derin;
Pişmanlık akıntısında duyulan ağalarıyla malum Kokytus;
Ateş selinden dalgaları Öfkeyle yanan kızgın Phlegeton.
Bunların çok uzağında sakin, sessiz bir akıntı,
Unutuşun nehri Lethe,
Onun sudan labirenti, içenin eski halini hemen unutturur,
Hem neşeyi hem kederi, hem zevki hem acıyı unutturul’.
Bu tufanın ardında donmuş bir Kıta uzanır
Karanlık ve yaban, her daim kasırgaların ve korkunç dolu fırtınalarının dövdüğü
Sert zeminde erimeyip biriken
Ve harabet, kadim zamandan kalma gibidir; gerisi derin kar ve buzdan ibarettir.

Arazi yapısı ve faunası, yaşamaya uygun değildir:

Böylece, ümitsiz ve şaşkınca
Boşuna dolanan maceracı Topluluk, önce tüyler ürpertici dehşetten benzi atmış
Ve gözleri faltaşı gibi ağlanılası nasibini gördü
Ve onlara huzur yoktu: Birçok karanlık ve hazin Vadiden
Bir dolu azap Bölgesinden, Buzlu, Kızgın Dağlardan
Kayalardan, Mağaralardan, Göllerden, Bataklıklardan, Çayırlardan
inlerden ve ölümün gölgelerinden geçtiler,
Bîr ölüm Evreni, ki Tanrı lanetle kötülüğü yarattı
Çünkü kötülük yalnızca tüm yaşamın bittiği, ölümün hüküm sürdüğü,
Ve doğanın, masalların taklit ettiğinden ya da korkunun hafsalasına girenden
Daha iğrenç, daha berbat ve ağıza alınmaz olan,
Gorgonlann, Hidraların ve Kimeraların ürktüğü
Canavarca, devasa şeyleri yarattığı yerde iyidir

Bu arada Şeytan “alelacele” üçü pirinçten, üçü demirden, üçü de sert kayadan yapılmış olan ve kişileştirilmiş Günah ve Ölüm olduğu anlaşılan iki yenilmez karakterce korunan Cehennem’in “üç kere üç katlı” kapılarına doğru yükselir. Günah

Beline kadar Kadın gibiydi ve güzeldi,
Ama gerisi pul pul boğumlarla
Kat kat ve geniş, ölümcül ısırıklarla donatılmış
Bir Yılandı: Orta yuvarlağı civarında
Büyük Kerberos ağızlarıyla, durmadan avazı çıktığı kadar uluyan
Ve çirkin bir ses çıkaran Cehennem köpeklerinin çığlığı:
Ama istediklerinde, seslerini hiçbir şey kesmezse, sürünerek
Rahmine girer ve yuvalanır, orada havlayıp ulur
Görünmezden.

Gözde Miltonik konuları “Şeytan, Günah ve Ölüm” olan çizerler, kolayca anlaşılacağı gibi, Günahla daima sorun yaşamışlardır. Ölüm’de genellikle, Milton’ın mızrak sallayan, taç takmış şekilsiz hayalet tarifine pek aldırmadan, yalnızca geleneksel XV. yüzyıl iskeletini ya da kurumuş ceset kullanmışlardır.
Günah’ın, Athena’nın Zeus’un başından çıkması gibi, Şeytan’ın alnından olgunlaşmış olarak fışkıran kızı olduğu ve Ölüm’ün de Şeytan’ın ondan ensest ilişki sonucu doğan oğlu olduğu belirlenince, Günah kapılan açar ve bir an için hepsi Kaos’a bakarlar.
Bu noktada, Milton’ın Cehennem’inin nerede olduğu merak edilmeye başlanabilir. Geleneksel olarak düşünülen yerinde, yeryüzünün merkezinde olmadığı kesin. Milton’ın asi melekleri düştüğünde yeryüzü henüz yaratılmamıştı. Klostrofobik bir Cizvit zindanı değildir ama asiler, Günah, Ölüm ve olağanüstü canavarlar dışında (henüz) dolmamış geniş bir dünyadır. Öyle görünüyor ki, tümüyle başka bir gezegende ya da onun içinde bir yerdedir. Günah kapılan açtığında, burada Kaos olsa da Şeytan sanki boşluğa adım atmak üzeredir. Ve Kaos, evrenin genel olarak anlaşıldığı haliyle evrenin dışındadır.
Kaos’ta elementler gürültü içinde birbirleriyle savaşırlar, bu arada Şeytan, ilk durağı olan kişileştirilmiş Kaos ile eşlikçisi Gece’nin pavyonuna ulaşana kadar darbe alarak zar zor ilerler. Burada, Cehennem’in bu durumun “altında” olduğunu ve yeni “Dünya”nın, “Cennet’in senin Lejyonlannın düştüğü tarafına /Altın bir Zincirle bağlı” olarak Kaos’un “üzerinde” asılı olduğunu öğreniyoruz. Aslında, bu sarkan nesne hiç de bir dünya değil, dünyanın çevresinde dönen dokuz küreli eski Ptolemaios evrenidir. Galileo ile tanışıklığına karşın, Milton ondan vazgeçmeyi şiirsel açıdan çok daha yararlı buldu.
Şeytan arkasına bakınca Günah ve Ölüm’ün ardında bir köprü kurduklarını görür, ardından ilerisinde Cennet’in opal kulelerini ve safir burçlarım ve altın bir zincirle ondan sarkan, Cennet’e kıyasla ayın yanındaki bir yıldız kadar küçük görünen “askıdaki Dünya”yı görür.
Şeytan, bu “dünya”nın, yeniden yapılanmamış Roman Katolikler için ayrılan ve göründüğü kadanyla Ahmaklar Cenneti denilen bir Limbus’un bulunduğu en dış küresine konar. Cennet’e giden bir merdiven bulur, ama sabit yıldızlann küresinden geçerek oradan uzaklaşır, Satürn’ü, Jüpiter’i ve Mars’ı geçip başmelek Uriel’in yönettiği güneş küresine doğru gider. Sevimli bir kerub kılığına bürünerek yol sorar ve Uriel onu, Adem’in mekânı Eden’e yönlendirir. Ve Şeytan hemen hızla Niphatos Dağı’na gidip müthiş iç konuşmasını yapar, ki kısmen şöyledir:

Ne bedbahtım! Hangi yöne uçacağım?
Sonsuz gazaba ve sonsuz umutsuzluğa?
Nereye uçsam Cehennem; ben kendim Cehennemim;
Ve en dipte bile, daha bir dip
Beni yutmak için sonuna kadar açılıyor,
Öyle ki, çektiğim Cehennem bir Cennet kalır yanında.
Peki ya son bir merhamet: Nedamet ve Af için
Hiç yer yok mu?
Boyun eğmeden asla; ve bu söz
Kibir beni men eder ve utanç korkum
Aşağıdaki Ruhlar arasında, boyun eğme dışındaki
Vaatler ve ödüllerle kandırdığım,
Kadiri Mutlak’ı dize getirmekle övündüğüm.
Bu bölüm, en azından üç nedenden ötürü ilginçtir. İlk olarak, Marlowe’un ve yoksunluğun poena damni’sinin yankısı vardır; ikincisi, şiirin özgür istenç savının altını çizer, ve üçüncü olarak da XVII. yüzyılda ciddi olarak tartışılmaya başlanan Origenes’in evrensel kurtuluş teorisine imada bulunur. Şeytan bile tövbe edebilir, ama artık bunu yapması hem birliklerine hem de gururuna ihanet etmek olurdu.
Şeytan’ın yolculuk hikâyesi karışıktır. Milton, Cehennem ve Cennet’i Ptolemaios evreninden tümüyle çıkarırken arşıâlâ yerine de Kaos İlk Devindirici’yi harekete geçirir, Cehennem ve Cennet onun tam karşı tarafında iki ayrı alan ya da evren - ya da Cehennem bir tür tavan ya da platformdur. Milton’ın kozmozunun mantıklı bir haritasını çıkarmak imkansızdır ama bu haritacıları denemekten alıkoymamıştır. Milton’ın kendisi, Christian Doctrine’de “Cehennem evrenin sınırlarının ötesinde konumlanmış görünüyor” der ve Kaos’un doğruluğunu kanıtlamak için Luka İncili’nden 21.8’i alıntılar. Bir “paralel evren”den söz etmek için parçacık fizikçisinin ya da bilimkurgu yazarının söz dağarcığını kullanmayı seve seve kabul edebilirdi. Eski bir nüktedan, oldukça doğru bir tespitle, Milton’ın, Kaos’u anlatırken yazdıklarının garip şekilde kaotikleştiğinden yakınmıştı. Ve T.S. Eliot acı bir şekilde “Milton’ın göksel ve aşağı bölgeleri büyük ama ağır konuşmalarla dolu iyi döşenmemiş dairelerdir” diyordu.
Ancak Milton’ın yazdıklarını çizenlerden biri, Cehennem’den dikkat çekici bir anlam çıkardı. Bu John Martin’di (1789-1834). Martin, zamanında büyük hayranlık uyandırdı ama kısmen resimlerinin artık cafcaflı ve fazla ayrıntılı görülmesinden, ayrıca da inanılır bir insan figürü çizememesinden dolayı saygınlığı uzun sürmedi. Kıyamet ve destan onun özel alanıydı ama çok büyük ölçekli mimari ve mühendislik de (özellikle kanalizasyonlar) onu ilgilendiriyordu. Bir maden kasabasında büyümüştü ve kardeşlerinden biri deliliğiyle meşhur bir kundakçıydı. Belki de bu ilgi ve koşullar kombinasyonu onun Kaybedilmiş Cennet için yaptığı bir dizi oyma, mezzotint ve resimde, etrafı hep bir şeylerle sarılı ölgün ateşlerin aydınlattığı uçsuz bucaksız yeraltı kasvetini nasıl böylesine iyi ifade edebildiğini açıklar. Milton’ın Cehennemi’nin, tüm coğrafi niteliklerine karşın, tam anlamıyla bir lağım çukuru değilse bile, aslında büyük ve derin bir içsel yeraltı dünyası olduğunu anlayan tek çizerdi. Kaos Köprüsü’yle de harika bir iş yaptı. Pandemonium, ilgisini öyle çekti ki birçok kez ona yeniden döndü ve fasa fiso filmleri toplayanlar, D.W. Griffitli’in Intolerance filmindeki Babil dekorlarının (1028 kilometrekaresinin) muhteşemliğini doğrudan Martin’in demonik saraylar görüsüne borçlu olduğunu öğrenmekten keyif alacaklardır.
Ancak Martin bu görüleri bu denli görkemli gösteren ilk sanatçı değildi. Çünkü elimizde “Şeytan Birliklerini, Pandemonium Sarayı Yanındaki Ateş Gölü’nde Topluyor: Milton’dan”ın tiyatral panoramasının harika bir tarifi var. Bu, 1782’de, Philippe Jacques de Loutherboung’un Londra’da yarattığı ve Eidophusikon adını verdiği, filmlerin habercisi niteliğindeki bir tür hayali fener gösterisiydi:

Burada, eteklerinden en yüce tepelerine dek çok renkli alevler saçan dağlar arasında sınırsızca uzanan manzaranın ön planında, kaotik bir kütle karanlık bir ihtişamla yükselir, yavaş yavaş biçim almaya başlar ve erimiş pirinç kadar parlak, söndürülemez ateşten yapılmış gibi, muhteşem mimaride büyük bir tapmağın iç kısmı olur. Bu heybetli sahnede, lambaların önündeki renkli camların etkisi tümüyle sergilenir, seyirciden gizlenmiş olarak tüm etkisini sahneye yayar, hızla değişir, bir sülfür mavisi olur, ardından parlak kırmızı ve sonra yeniden soluk renkli bir güçlü ışık olur ve sonunda değişik metalleri eriten parlak bir fırının sergilediği gibi, gizemli bir cam kombinasyonuna dönüşür. Bu harika görüntüye eşlik eden sesler seyircilerin hayretler içindeki kulaklarına doğaüstü geldi, çünkü gök gürlemeleri ile gülleleri ve taşlan anlatılamaz gümbürtü ve gürültüyle savuran uğultulu düzeneğin eşlikçilerine daha huşu verici bir karakter katmak için uzman bir asistan tefin yüzeyine başparmağını sürterek cehennemlik ruhlardan gelen iniltileri çağrıştıran sesler çıkarıyordu.












Ne yazık ki Eidophusikon, XIX. yüzyılın başında bir yangınla yok oldu.
Yeniden Kazanılan Cennet’de Milton Şeytan’ın hikâyesine İsa’nın Günaha Teşvik’ini da kattı; ama Cehennem’in Ayıklanması’na girmedi. XVII. yüzyılın sonlarına doğru artık, İsa’nın Cehennem’e inip ecdadı kurtarışı gözden düşmeye başlamıştı. Ayrılıkçı Protestan toplulukları, amentülerinde daima “O Cehenneme İndi” ifadesini kullandılar, ancak bu inanmaktan çok gelenekten kaynaklanıyor gibiydi; yirminci yüzyılda, daha sonraki tarikatlar, özellikle Metodist konsiller, büyük olasılıkla Limbus ile Cehennem arasındaki farkın artık yaygın olarak anlaşılmaması nedeniyle, bu ifadeyi sessizce terkettiler. Ayrıca Cehennem’in Ayıklanması, Şeytan’ı çok önemli kılar ve Milton’dan sonra Şeytan ve diğer iblislerin Cehennem’le ilişkisi giderek azalmıştı.



Posted via Blogaway

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder