Roma’da Günyüzüne Çıkarılan Tarihi Yeraltı Mezarları
Akıl almaz iskeletler Roma’nın yeraltı mezarlarından çıkarıldı. 1587 yılından kaldığı tahmin edilen Roma sokaklarının altında ki derinliklerde saklanan, nefes kesen labirent mezar ağlarının keşfiyle tespit edildi.
Mezarlar gösterişiyle ve Hristiyan inançlarına olan bağlılıklarından dolayı ilk Hristiyan şehitleri olduğuna inanılan ‘azizlerin’ çürümüş iskeletlerine ev sahipliği yapıyordu. Bu iskeletlerdeki bir çoğu, (onları keşfedenler tarafından “yer altı mezarı azizleri – catacomb saints” ismi verilen) Protestan reformasyonu sırasında ezilmiş, çalınmış ve tahrip edilmiş sayısız kutsal emanetler karşılığında Avrupa’da (Özellikle Almanya) dağıtılmıştı.
Gönderilir gönderilmez her bir iskelet giydirildi ve sayısız değerli mücevherler, pahalı elbiseler, taçlar, zırhlar hatta peruklarla donatıldı. Ölümden sonra onları bekleyen zenginliği ancak Hristiyan inancına olan bağlılık sözlerini vermeleri koşuluyla sağlandığını tüm ziyaretçilere hatırlatmak için iskeletler belirlenmiş kiliselerde sergilenmektedir. Her ne kadar Dan Brown romanlarından fırlamış bir hikaye gibi gelse de olayların hepsi bir gerçek.
Keşiflere ve yer altı mezar azizlerinin asıl hikayelerine hayran kalan sanat tarihçisi Paul Koudounaris Avrupa’yı gezerek her azizin statüsünü keşfetmeye ve belgelemeye çalıştı. Kitabı, Cennetlik Vücutlarda: “Kült servet, muhteşem yeraltı azizleri kimlerdi?” tarzında bir soru yönelterek yeraltı azizlerinin merak uyandıran köken ve tarihleriyle ilgili cevaplar arıyor. Kimdiler, tam olarak ne zaman öldüler, onları kim yeraltı mezarına yerleştirmeyi emretti ve neden bunca zamandır Avrupa’nın dini kurumlarında unutuldular?
Karanlık çağlardan kalma unutulmuş eserler Paul Koudounaris’in çalışmalarıyla ikna edici belgeler olarak sunuluyor. Burada “yeraltı azizlerinin mücevherlerle donatılmış iskeletlerinin fotoğraflandığı, Koudounaris’in kitabından bazı eserleri (fotoğrafları) inceleyebilirsiniz.
Gönderilir gönderilmez her bir iskelet giydirildi ve sayısız değerli mücevherler, pahalı elbiseler, taçlar, zırhlar hatta peruklarla donatıldı. Ölümden sonra onları bekleyen zenginliği ancak Hristiyan inancına olan bağlılık sözlerini vermeleri koşuluyla sağlandığını tüm ziyaretçilere hatırlatmak için iskeletler belirlenmiş kiliselerde sergilenmektedir. Her ne kadar Dan Brown romanlarından fırlamış bir hikaye gibi gelse de olayların hepsi bir gerçek.
Keşiflere ve yer altı mezar azizlerinin asıl hikayelerine hayran kalan sanat tarihçisi Paul Koudounaris Avrupa’yı gezerek her azizin statüsünü keşfetmeye ve belgelemeye çalıştı. Kitabı, Cennetlik Vücutlarda: “Kült servet, muhteşem yeraltı azizleri kimlerdi?” tarzında bir soru yönelterek yeraltı azizlerinin merak uyandıran köken ve tarihleriyle ilgili cevaplar arıyor. Kimdiler, tam olarak ne zaman öldüler, onları kim yeraltı mezarına yerleştirmeyi emretti ve neden bunca zamandır Avrupa’nın dini kurumlarında unutuldular?
Karanlık çağlardan kalma unutulmuş eserler Paul Koudounaris’in çalışmalarıyla ikna edici belgeler olarak sunuluyor. Burada “yeraltı azizlerinin mücevherlerle donatılmış iskeletlerinin fotoğraflandığı, Koudounaris’in kitabından bazı eserleri (fotoğrafları) inceleyebilirsiniz.
Yalnız yaşamanın bir tek amacı vardır sanıyorum; o da daha başıboş, daha rahat yaşamak Fakat her zaman, buna hangi yoldan varacağımızı pek bilmiyoruz Çok kez insan dünya işlerini bıraktığını sanır; oysaki bu işlerin yolunu değiştirmekten başka bir şey yapmamıştır Bir aileyi yönetmek bir devleti yönetmekten hiç de kolay değildir Ruh nerde bunalırsa bunalsın, hep aynı ruhtur; ev işlerinin az önemli olmaları, daha az yorucu olmalarını gerektirmez Bundan başka, saraydan ve pazardan el çekmekle hayatımızın baş kaygılarından kurtulmuş olmuyoruz.
Ratio et prudentia curas, Non locus effusi late maris arbiter, aufert (Horatlus) Dertlerimizi avutan akıl ve hikmettir, O engin denizlerin ötesindeki yerler değil
Ülke değiştirmekle kıskançlık, cimrilik, kararsızlık, korku, tutku bizi bırakmaz
Et post equitem sade atra cura (Horatius) Ve kader, atımızın terkisine biner ve gelir ardımızdan..
Onlar manastırlarda, medreselerde bile peşimizi bırakmazlar Bizi onlardan ne çöller kurtarabilir, ne mağaralar, ne de bedenimize ettiğimiz işkenceler
Haeret lateri letalis arundo (Virgilius)
Öldürücü yara bağrımızda kalır
Sokrates’e birisi için, seyahat onu hiç değiştirmedi, demişler O da: Çok doğal, çünkü kendisini de beraber götürmüştür, demiş
Quid terras alio calentes Sole mutamus? patria quis exul Se quoque fugit? (Horatius)
Niçin başka güneş başka toprak ararsın? Yurdundan kaçmakla kendinden kaçar mısın?
İnsan önce içindeki sıkıntıyı dağıtmazsa yer değiştirmek daha fazla bunaltır onu: Nasıl ki yerine oturmuş yükler daha az engel olur geminin gidişine Bir hastaya iyilikten çok kötülük edersiniz yerini değiştirmekle Hastalığı azdırırsınız kımıldatmakla, nasıl ki kazıklar daha derine gidip sağlamlaşır sarsıp sallamakla Onun için kalabalıktan kaçmak yetmez, bir yerden başka bir yere gitmekle iş bitmez: İçimizdeki kalabalık hallerimizden kurtulmamız, kendimizi kendimizden koparmamız gerek
Rupi jam vincula dicas; Nam luctata canis nodum arripit; attemen illi, Cum fugit, a collo trahitur pars longa catenae (Persius)
Kırdım diyorsun zincirlerini; Evet, köpek de çeker koparır zincirini, Kaçar o da, ama halkaları boynunda taşıyarak
Zincirlerimizi götürürüz kendimizle birlikte; tam bir özgürlük değildir kavuştuğumuz; döner döner bakarız bırakıp gittiğimize; onunla dolu kalır düşlerimiz
Nisi purgatum est pectus, quae prelia nobis Atque pericula tonc ingratis insinuandum? Quantae conscindunt hominem cuppedinis acres Sollicitum curae, quantique perinde timores? Quidve superbia spurcita, ac petulantia, quantas Efficiunt clades? Quid luxus desidiesque? (Lucretius)
İçi arınmamışsa, neler bekler insanı, Kendi kendisiyle ne savaşlar eder boşuna! Tutkuları içinde ne kemirici kaygılar Ne korkular içinde kıvranır insan! Ne çöküntüler yapar bizde gurur, şehvet, Öfke, gevşeklik ve tembellik!
Kötülüğümüz içimizde bizim; içimizse kurtulamıyor kendi kendisinden
In culpa est animus qui se non efiugit unquam (Horatius)
Ruhun derdi içinde ve kaçamaz kendi kendinden
İnsanın, olanak varsa karısı, çocuğu, parası ve hele sağlığı olmalı, ama mutluluğunu yalnız bunlara bağlamamalı Kendimize dükkanın arkasında, yalnız bizim için bağımsız bir köşe ayırıp orada gerçek özgürlüğümüzü, kendi sultanlığımızı kurmalıyız Orada, yabancı hiçbir konuğa yer vermeksizin kendi kendimizle her gün başbaşa verip dertleşmeliyiz; karımız, çocuğumuz, servetimiz, adamlarımız yokmuş gibi konuşup gülmeliyiz Öyle ki, hepsini yitirmek felaketine uğrayınca onlarsız yaşamak bizim için yeni bir şey olmasın Kendi içine çevrilebilen bir ruhumuz var; kendi kendine yoldaş olabilir; kendi kendisiyle, çekiş dövüş, alışveriş edebilir Yalnız kalınca sıkılır, ne yapacağımızı bilmez oluruz diye korkmamalıyız
In solis sis tibi turba locis (Tibulhıs)
Issız yerlerde kendin için bir evren ol
Erdem, der Antishenes, kendi kendisiyle yetinir; ne kurallara baş vurur, ne laflara, ne gösterişlere. Yapmaya alıştırıldığımız işlerden binde biri bile kendimizle doğrudan doğruya ilgili değil Bakarsınız bir adam canını dişine takmış, kurşun yağmuru altında, yıkık bir kale duvarına tırmanıyor bütün hıncıyla; bir başkası, karşı tarafta, kan revan içinde, aç susuz savunuyor o kaleyi ölesiye: Kendileri için mi gösteriyorlar bu yararlığı? Uğrunda ölecekleri ve hiç görmedikleri insan belki o sırada kılım kıpırdatmadan keyif sürmektedir Bakarsınız bir başkası, bitkin, perişan, saçı sakalı birbirine karışmış kitaplıktan çıkıyor gece yansından sonra: Bunca kitabı daha iyi, daha akıllı bir insan olmak için mi karıştırdı sanırsınız? Yok canım sen de! Ya ölecek o kitaplıkta ya öğretecek yarınki kuşaklara Platus’un dizelerini hangi düzenle kurduğunu ve falan Latince sözcüğün nasıl yazılması gerektiğini Kim seve seve feda etmiyor sağlığını, canını şan şeref için? Oysa kalp bir paradan başka nedir ki şan şeref? Kendi ölümümüzden korkmakla yetinemeyiz; karılarımızın, çocuklarımızın, adamlarımızın ölümünden de korkmak zorundayız Kendi işlerimizden çektiğimiz sıkıntı yetmiyormuş gibi komşularımızın, dostlarımızın işleriyle de dertlere sokar, bunaltırız kendimizi
Vah! quemquamne hominem in animum instituere, aut Parare, quod sit charius quam ipse est sibi? (Terentius)
Vah, vah! Nasıl olur da insan bir şeyi Kendinden daha çok sevmeye kalkar? (Kitap 1 bölüm 39)
Bir kimseyi sevmenin ne demek olduğunu biliyor musunuz? Bir ağacı, bir kuşu ya da bakıp gözettiğiniz bir evcik hayvanı sevebilir misiniz? Size hiç karşılık vermese, gölgesinden de yararlanmasanız arkanızdan da gelmese, size bağımlılık da duymasa gene de sevebilir misiniz? Çoğumuz böyle bir sevgiye kapalıyız. Çoğumuz bu biçimde sevemeyiz, çünkü bizim için sevgi her zaman kaygıyla tedirginlikle kıskançlıkla korkuyla çevrelenmiştir. Yalnızca sevip sevgiyi orada bırakmak istemiyoruz. Sevip de sevmekle yetinemiyoruz, sevgimize bir karşılık bekliyoruz. Bu isteğimizle de başka bir kimseye bağlı olmuş oluyoruz.
İşte bunun için sevin ve bununla yetinin. Sevgi bir tepki değildir. Eğer siz “beni severseniz ben de sizi severim” diyorsanız bunun adına ticaret denir. Alış veriş denir. O zaman sevgi pazarda alınıp satılacak bir şey olur buna sevgi denmez. Sevmek bir karşılık beklememektir. Sevdiğiniz zaman bir şeyi verdiğinizi bile düşünmemelisiniz. Ancak böyle bir sevgi özgürlükle uzaklaşabilir. Ama biliyorsunuz siz bu tür bir sevgi için eğitilmediniz. Size matematik öğrettiler, kimya öğrettiler, coğrafya, tarih öğrettiler, hepsi bu kadar.
Çünkü ananızın babanızın istediği sizin iyi bir iş sahibi olmanıza yaşamınızda başarılı olmanıza yardımcı olmaktı. Eğer ananız babanız paralı kimselerse sizi yabancı ülkelerde eğitirler. Ama dünyadaki başka insanlar gibi tüm amaçları sizin varlıklı bir insan olmanız toplumda saygın bir yer doldurmanızdır; siz de daha yukarılara tırmandıkça başka insanların daha da mutsuz daha da dertli olmalarına neden olursunuz. Çünkü başarılı olmak için yarışmalısınız acımasız olmalısınız. Onun için analar babalar çocuklarını başarılı olmaya özendirildikleri yarıştırıldıkları ama sevginin olmadığı okullara gönderiyorlar onun için de çekişme didişme içinde kokuşmuş bir toplumda yaşıyoruz, politikacılar, yargıçlar, toprak ağaları barıştan söz ediyorlarsa da, onların sözlerinin hiçbir anlamı yok.
Şimdi birlikte bu özgürlük sorununu iyice anlamaya çalışalım: sevmenin ne demek olduğunu kendi kendimize bulmalıyız. Eğer sevgiyi tanımıyorsak hiçbir zaman başkalarını düşünüp ilgilendiren başkalarının incitmemeye çalışan insanlar olamayız. Eğer yalın ayak dolaşan insanların geçtiği bir yolda sivri bir taş görürseniz bunu kaldırın. Sizin böyle yapmanızı istedikleri için değil de içinizde hiç tanımayacağınız, hiç rastlamayacağınız kimselere karşı bir duygu olduğu için yapın.
Bir ağaç dikip onu büyütmek ırmağın akan sularını seyretmek, dünyanın güzelliğinin keyfine varmak, uçan bir kuşu izlemek ve uçuşunun güzelliğini fark etmek, yaşam adı verilen bu olağanüstü olaylar zincirine duyarlı olmak bütün bunlar özgür olmayı gerektiriyor. Özgürlük için insanın içinde sevgi olmalı sevgi olmasa özgürlük hiçbir değeri olmayan bir kavramdan başka bir şey değildir. Onun için duygusal ruhsal bağlılığın ne olduğunu iyice anlayıp bu tür bağlardan kendilerini koparamayanlar bu yüzden de sevginin ne olduğunu bilmeyenler için özgürlük diye bir şey olamaz. Ancak özgür insan yeni bir uygarlık değişik bir dünya yaratabilir.
Nümerolojide, tek olan Tanrıyı temsil eden 1 rakamı sayılmadığından, üç rakamı, ilk tek sayı kabul edilir. Üç tradisyonlarda genellikle, spirituel göğün sayısı olarak kabul edilir.
Üç Rakamı İle İlgili Çeşitli Görüşler Yorumlar
- Üç rakamı Pisagor’a, Hinduizm’e, Talmud’a ve Afrika yerlileri Dogonlar’a. ve Bambaralar’a göre göğün, ilâhîliğin, ışığın, aktif ve eril prensibin sembolüdür.
- Pisagor’a göre “triyad” (üçlü olan, üç ilkesi) yasası eşyayı (nesneleri) oluşturan yasadır ve yaşamın gerçek anahtarı olan bu yasa, yaşam skalasının tüm basamaklarında hükümrandır. Üç, İlâhî Kelâm’ın sayısıdır.
- “Üç, fikri temsil eden sayıdır, dört ise fikrin gerçekleşmesini temsil eden sayıdır. ” (Platon)
- “Bir, ebedi ve ezeli Tanrı; iki, sonsuzluk; üç, evrenin planı, modelidir.” (Proklus)
- “Görünür evrende her şey triyad’dan tecelli etmiştir.” (H.P. Blavatsky)
- Mistisizme göre, ilk tek rakam olan üç, kademeler oluşturarak yayınlanan Semavi Tesir’in ilk kademedeki sayısal tezahürüdür.
- Dogon tradisyonunda üç, göğün, ilâhîliğin, ışığın, aktif ve eril prensibin, dört ise Yer’in sembolüdür. (Dogonlar Gök ve Yer’in evlenişini, eril sembol olan bir ters üçgeni bir yumurta çiziminin üzerine, sivri ucu yumurtada delik açacak şekilde kondurarak temsil ederler.) Bambara tradisyonunda da üç, göğün, ilâhîliğin, ışığın, aktif ve eril prensibin sembolüdür . (Bambaralar’da erillik demek, oluşumu, tezahürü, üremeyi sağlayan hareket uyaranı demektir, ancak bu uyaran dişil “plan”da tümüyle gerçekleşmez, yani kayba uğrayarak tezahür eder.) Bambaralar’a göre evrendeki nesnelerin meydana geliş sürecinde eril olan ilk âlemin sembolü üçtür; fakat bu, renklerin ve biçimlerin olmadığı, tezahürler ötesi bir âlemdir; ancak, sembolü dört olan dişil prensiple ilgi kurduğu zaman tezahür eder. Üç, bir hareket uyaranı, bir başlatma uyaranıdır, doğumu, üremeyi, oluşumu, tezahürü sağlar ve belirler; fakat açılıp yayılması, gelişmesi ve bilgisi ancak dişil prensip 4’te, yani tezahür eden âlemde gerçekleşir ya da uygulama alanı bulur.
- Üç eğilim ya da yönelme vardır: Genişleme, inme, yükselme. (Hint tradisyonu)
- Zaman ve eylemler üçlü bir görünüm gösterir: Geçmiş, şimdi ve gelecek; geçmişteki hareketler nedenleri oluşturur, irade şimdiki zamandadır, gelecek önceki hareketlerin belirlediği sonuçlardır. (Hint tradisyonu)
- Her şey aslında “bir” olan üçten kaynaklanır. Her eylemde üç unsur vardıri. l- Tesir eden prensip, neden veya hareketin öznesi (süje). 2- Öznenin hareketi (aksiyon), yani eylemi. 3- Bu hareketin nesnesi (obje), hedefi, sonucu veya “tesir edilen “i. (Kabala)
Üç İlah
Hemen hemen tüm politeist dinlerde ya da kültlerde panteonun başında üçlü bir ilah grubu ya da trimurti (üç görünümlü ilah) yer alır. Fakat bunun Hıristiyanlık’taki triniteyle hiç alakası yoktur; bu, Hıristiyanlık’tan çok daha önceden beri çeşitli kadim tradisyonlarda mevcut bir kavramdır.
Tradisyonlardaki bu üçlü ilah gruplarına şu örnekler verilebilir;
- Eski Mısır tradisyonunda: İsis-Osi-ris-Horus (İsis’in yıldızı, eski Mısır metinlerine göre Sirius-A yıldızıdır).
- Dogon tradisyonunda: Nommo die-nommo tityayne-o nommo. (Dogonlar nommolar’ı her birinin ayrı görevi olan Tanrı vekilleri gibi tanımlar ve Sirius yıldız sisteminin üç yıldızıyla dolaylı olarak ilişkilendirirler).
- Hint tradisyonunda: Shiva (Sıva)-Brahma-Vishnu. Hint tradisyonunda, trimurti üç yüzlü ilah anlamına gelir: Brahma olarak yaratır, Vişnu olarak hükmeder, Şiva olarak yok eder. Aslında üç ayrı ilah yoktur; aynı ilahın üç ayrı fonksiyonunu gösteren üç tezahür söz konusudur.
- Sabiî tradisyonunda Hibil-Şitil-Anuş.
- Etrüsk tradisyonunda Tinia-Uni-Minerva.
- Grek ezoterizminde Phanes-Oura-nos-Kronos.
- Grek mitolojisinde Silene (Selene)-Hekate-Artemis.
- Eski İran’ın Ehli Hak tradisyonunda: Güneş’in efendileri olan üç kardeş ilah.
- Sümer ve İskandinav tradisyonlarında ve neo-platonizmde de bu tür üçlü ilah gruplarına rastlanır.
İnsanın Üç Unsuru
Ezoterizmde, spiritüalizmde ve birçok tradisyonda insan varlığı üçlü bir yapı içinde ele alınır. Spiritüalizmde ruh-perispri-beden olarak bilinen bu üçlü yapıya tradisyonlarda şu isimlerle rastlanır:
- Okültizm’de ruh-astral beden-fiziksel beden.
- Asya Şamanizmi’nde can (tin, vs.) gölge can (gölge, ami,vs.) beden.
- Grek tradisyonunda nous-psikhos (anemos)-soma.
- Latin tradisyonunda spiritus-animus (anima)-corpus.
- Kuzey Afrika tradisyonunda ruh-nefes-vücut.
- Eski Mısır tradisyonunda khu (ba, sahu)-ka-aufu.
- Çin tradisyonunda çişen (po)-çing .
- Sabiî tradisyonunda nişimta-ruha-pagria .
Üç Plan
Çeşidi tradisyonlarda, üç ortam, üç âlem ya da üç “plan” biçiminde üçlü bir ayrımın yapıldığı görülmektedir. Bu üçlü sınıflandırmaya tradisyonlardan şu örnekler verilebilir:
- Hindu tradisyonundaki tribuvana: Bu (yeryüzü)-buvas (süptil “plan”ı temsil eden atmosfer)-Svar (tezahürler ötesi “plan”ı temsil eden Gök).
- Şamanizm tradisyonunda Yer-Yeral-tı-Gök.
- Kelt tradisyonunda yeryüzü ölenlerin bulunduğu yeraltı-zamanın ve mekanın dışındaki âlem Sid.
- Kuzey Amerika kızılderililerinin tradisyonunda insanlar âlemi-ölüler âlemi-yukarı âlem. »
- Grek tradisyonunda yeryüzü-yeraltı âlemi (Hades)-Olimpos.
- Tüm inisiyasyonların üç temel aşamadan oluşması.
- Gize’de üç rakamının üç piramitle temsil edilmesi.
- Birçok tradisyonda rastlanılan üç uçlu yaba, üç başlı yaratıklar, üç canlıdan oluşan yaratıklar, üçlü şimşek veya başak demeti vs.
- Türk ve Kuzey Amerika kızılderililerinin tradisyonundaki üç ok. (Proto-Türk kültürü üzerinde çalışan kimi araştırmacılara göre Türkçe’deki “üç” sözcüğünün ilk hali “uç” idi ve “en yüksek yer” anlamına gelirdi.)
- Churchward ‘in 18.000 yıllık olduğunu söylediği mezardan çıkan Uygur hükümdarının üç ışın uçlu tacı ve üç dişli asası.
- “Üç merdivenle çıkılan, üç sürünün sahibi, yıldızlı göğü döndüren Tanrı Bay Ülgen”(Altay Türkleri deyimi)
- Üç rakamının temsil edilmesinde, tradisyonlarda genellikle şu biçim ve objelerin kullanıldığı görülmektedir: Üçgen, üç uçlu yaba, aynı kökten çıkan üçlü ışın ya da başak demeti, üç yıldız, üç uçlu yıldız ya da Y biçimi, üç ok, üç tüy, üç nokta (Maya hesap sisteminde üç rakamı üç nokta ile gösterilir), üç daire, üç küre, üç spiral, üç insan, üç vücutlu tek başlı balık (tri-nacria), üç başlı yaratıklar, üç ayaklı objeler vs. Kullanıldığı tradisyona göre çok farklı anlamlara gelebilmekle birlikte, üç rakamının tradisyonlarda simgelediği, denk düştüğü veya en çok ilişkilendirildiği temel üçlüler şunlardır:
- Üç rakamı kimi tradisyonlarda insan varlığının üç unsurunu simgeler: Spiritüalist terminolojinin terimleriyle, fiziksel beden-perispri-ruh.
- Üç rakamı kimi tradisyonlarda vibrasyonel düzeyleri farklı üç ortamı simgeler: Fiziksel “plan” (yeryüzü), spatyom ve Neo-spiritüalist ifadeyle dört boyutlu âlem. (Kimi tradisyonlarda üç rakamı, yalnızca üçüncüsünü, yani yalnızca dört boyutlu âlemi simgelemek üzere kullanılmıştır)
- Üç rakamı kimi tradisyonlarda Güneş Sistemi’ni sevk ve idare eden üçlüyü, ezoterik tradisyona göre, üç yıldızdan oluşan Sirius Sistemi’ni ifade eder. Nemrut Dağı’ndaki kabartmada arslanın üzerinde yer alan üç yıldız, Sümer tradisyonunda, bir ‘yay’ taşıyan ilah ile birlikte tasvir edilen, ‘Dünya Dağı’ üstündeki üç yıldız, Mayalar’ın Uxmal tapınağındaki üç yıldız ve çeşitli uygarlıklara ait eski tasvirlerdeki üç yıldız, bu anlamda değerlendirilir.
Yalnızca insan evrenin düzenini bozar. İnsan, acımasız ve son derece şiddet yüklüdür. Nerede olursa olsun kendisinde, dünyada sefalete ve karışıklığa neden olur. Yakıp yıkar, yok eder, şefkati yoktur. Kendi içinde düzeni yoktur, dokunduğu şey kirlenir ve karmaşıklaşır… İktidara, hileye dayanan, kişisel ve milliyetçi, grupları birbirine düşüren, çetelere özgü bir politikası vardır. Ekonomisi sınırlıdır, dolayısıyla evrensel değildir. Toplumu özgür de olsa, zulüm altında da olsa ahlaksızdır. İnanmasına, tapınmasına ve bitmek tükenmek bilmeyen anlamsız ritüeller gerçekleştirmesine rağmen dindar değildir.
Neden böylesine zalim, sorumsuz ve bütünüyle ben merkezli bir hale gelmiştir? Neden? Bunun yüzlerce açıklaması vardır, kitaplardan ve hayvanlar üzerinde yapılan deneylerden elde edilen bilgilerle kurnazca açıklama yapanlar, beşeri kedere, tutkuya, gurura ve ihtirasa kapılırlar. Tanım tanımlanan değildir; söz şey değildir. Dış nedenler aradığı için mi, çevre insanı biçimlendirdiği için mi, dış dünyada yaşadığı değişimlerin kendi içindeki insanı dönüştüreceğini umduğu için mi? Duygularına bağımlı olduğu, anlık gereksinimlerine yenik düştüğü için mi? Bütünüyle düşünce ve bilgi aktarımı içinde yaşadığı için mi? Yoksa çok romantik, duygusal olduğu için mi idealleri, düşleri, büyüklenmeleri söz konusu olduğunda bu derece zalimleşebilir? Birileri ona sürekli önderlik ettiği için, kendisi bir takipçi olduğu için mi yoksa bir lidere, bir guruya dönüştüğü için mi?
Bu iç ve dış ayrımı, çatışmalarının ve sefilliğinin başlangıcıdır. Bu çelişkiye, bir ezeli gelenek ağına yakalanır. İnsan, bu anlamsız ayrıma yakalanınca, yiter ve başkalarının esiri haline gelir. Dış ve iç, düşüncenin imgelemi ve uydurmasıdır; düşünce bölük pörçük olduğu için düzensizlik ve çatışma yaratır, bu bölünmedir. Düşünce, düzeni, erdemin zahmetsiz bir biçimde akışını sağlayamaz. Erdem bellekteki şeylerin, tapınımın sürekli yinelenmesi değildir. Düşüncenin bilgisi zamanı bağlar. Düşünce doğası ve yapısı gereği yaşamın tüm akışını tam bir hareket olarak yakalayamaz. Düşüncenin bilgisinin bu bütünlük karşısında içgörüsü yoktur; algılayan konumunda, dışarıdan içeri bakan konumunda olduğu sürece, seçim yapmadan bu bütünlüğün farkında olamaz. Düşüncenin bilgisinin algılamada bir yeri yoktur. Düşünen düşüncedir; algılayan algılanandır. Ancak böyle olduğunda günlük yaşamımızda çabasız bir hareket söz konusu olabilir.
Doğayla bağınızı kaybederseniz, insanlıkla da bağınızı kaybedersiniz. Doğayla hiçbir ilişkiniz yoksa, zamanla katile dönüşürsünüz; yavru fokları, balinaları, yunusları, insanları çıkar için, “spor” olsun diye, yiyecek için ya da bilgi için öldürürsünüz. O zaman doğa sizden korkar, güzelliklerini geri çeker. Ağaçlar arasında uzun yürüyüşlere çıkabilir, hoş mekanlarda kamp yapabilirsiniz, ama yine de bir katilsinizdir, dolayısıyla o güzelliklerle dostluğunuzu kaybedersiniz. Büyük bir olasılıkla hiçbir şeyle, karınızla ya da kocanızla ilişkide değilsiniz; hep kendi özel düşüncelerinizle, zevklerinizle, acılarınızla uğraşırsınız. Kendi karanlık, soyut dünyanızda yaşarsınız, buradan kaçış yolunuz daha da koyu karanlıktır. İlgi alanınız umursamaz, kolaycı ya da şiddet dolu kısa bir yaşam sürmektir. Sizin sorumsuzluğunuz nedeniyle binlerce insan açlıktan ölür ya da kıyıma uğrar. Dünyanın düzenini yalancı, ahlaktan yoksun siyasetçilere, entelektüellere, uzmanlara bırakırsınız. Kendi içinizde bütünlüğünüz olmadığı için ahlaktan ve dürüstlükten yoksun, yalnızca bencillik üzerine temellenen bir toplum kurarsınız. Sonra da yalnızca sizin sorumlu olduğunuz bütün bu şeylerden deniz kıyısına ya da ormana kaçar ya da “spor” yapmak için silah taşırsınız. Bütün bunları biliyor olabilirsiniz, ama bilgi dönüşüm yaşamamızı sağlamaz. Ancak bütünlük duygusuna sahip olduğunuzda evrenle ilişkide olabilirsiniz.