9 Ağustos 2015 Pazar

Ortaçağ da kadınları cadı olarak suçlayıp yaktılar



Ortaçağ Avrupasında Cadılar

Çoktanrılı dönemin bilge kişisi kabul edilen büyücüler, ortaçağda kilisenin yorumuyla “şeytanın uşağı” cadılara dönüştüler. Önce, bütün aksiliklerin sorumlusu olarak yaratıldılar(!) sonra da engizisyon mahkemelerinde öldürüldüler.

Günümüzde fantastik edebiyat oldukça popüler. Bugün büyü denen şeyin aslında var olmayan, yalnızca masallarda kendine yer bulabilecek bir uğraşı olduğunu biliyoruz. Ne var ki, tarihin her döneminde durum böyle değildi. Her ne kadar bugün dünya onları televizyon dizilerinden burunlarını oynatarak istedikleri her şeyi yapabilen tatlı yaratıklar olarak tanısa da cadılar, özellikle ortaçağda birçok kimsenin korkulu rüyasıydı. Geceleri dolaşarak kötülük yaptıklarına inanılan 50 yaşlarında, dul, tırnakları uzun, pis ve şehvet düşkünü kadınlar için kullanılan cadı tanımlaması aslında bir dinin nasıl yozlaştırılabileceğinin en iyi örneklerinden birini de oluşturuyor. Peki neden kadınlar? Çünkü Kitab-ı Mukaddes’te,

“Efsuncu kadını yaşatmayacaksın” (Çıkış 22:18)

hükmü yer alıyor. Aziz Augustine göre, ‘havai güçler’ olan iblisler göklerden aşağı süzülerek kadınlarla cinsel ilişkiye giriyorlardı. İşte cadılar, bu yasak ilişkinin ürünüydü.

Cadılık inancının tarihi, ilk insan topluluklarına dayansa da, Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığı kabul etmesinden sonra kabusa dönüşmeye başlıyor. Şehirler, bu tek tanrılı dinin yayılmasına karşı çıkmazken, köylerde çoktanrıcılık devam ediyor. Ancak bu, kilisenin, Pagan adı verilen köylüleri şeytanla işbirliği yapan cadılar olarak tanımlamasına neden oluyor. Şeytanla işbirliği yaptıklar ve havada uçtukları, kötülüklerini dünyaya yaydıkları söyleniyordu. Bunlar çoğunlukla halkın cahilliğinden kaynaklanan hurafelerdi. Ne var ki, ortaçağ Avrupa’sında cehalet o kadar yaygındı ki, açıklanamayan her şey büyüye yoruluyordu. Kilisenin çeşitli amaçlarla yürüttüğü cadı avları da kısa sürede toplumsal bir histeriye neden oldu. Kilise, 1233′te, mezhep sapkınlıklarını önlemek ve Hıristiyanlıktan uzaklaşan tarikatlarla uğraşmak için engizisyonu kurdu. Cadılar da bu mahkemelerden nasibini aldı. Ortaçağda Avrupa’da cadılık ve büyücülük suçlamasıyla yüzlerce kişi canlı canlı yakıldı. Peki, bütün bu histerinin ardında yatan şey neydi? Yüzyıllar boyunca ortada görülmeyen cadılar ne olmuştu da ortaçağ Avrupa’sında böylesine ortaya çıkmıştı? Kilise birdenbire cadılara neden düşman kesilmişti?

Büyücü avına ilişkin yaygın kuramlardan ikisi, ağırlıklı olarak tıbbi gerekçelere dayandırılmış ve kitlesel bir çılgınlık varsayılmıştır. Savlardan ilkine göre köylü halk aklını kaçırmıştır. Yani büyücü fenomenine, elinde yanan bir meşale ile simgelenen, kana susamış köylü lümpeninin kitlesel öfkesi ve kitlesel paniğinin yarattığı bir salgın hastalık olarak bakılmalıdır. Bir diğer psikiyatrik açıklamaysa daha da inanılmayacak bir savla, bizzat büyücülerin kendilerinin, ruhsal bir bunalım içinde dünyayı tımarhaneye çevirdiği yolunda. Oysa gerçekler ne illegal bir lümpen hareketi ne de histeriye kapılmış kişilerin hezeyanları olarak açıklanabilir.

Hemen hemen dünyanın her toplumunda bir çeşit cadı kavramı vardır. Ama Avrupa’nın cadı çılgınlığı başka yerde patlak veren herhangi bir benzerinden daha canavarca, daha uzun süreli olmuş ve çok daha fazla sayıda kurban ortaya çıkmıştır. İlkel toplumlarda suçu ya da suçsuzluğu belirlemenin bir parçası olarak acı veren çok çetin deneyler kullanılmış olabilir. Ama hiçbirinde cadı olduğu düşünülen kişilere, diğer cadıların adını vermeleri için işkence yapılmamıştır. Hatta Avrupa’da bile işkence, ancak 1480 tarihinden sonra bu amaçla kullanılmıştır. MS. 370 İskenderiye Tarihin ilk bilinen kadın matematikçisi Hypatia, rüyalar, astronomi ve matematikle uğraştığı için, kilisenin iftirası üzerine cadı ilan edildi. Suçlama:

“Kadının okumuşu cadı olur”

idi. Elbette bu farklı bir yorumdu, lakin cadılığın nasıl türediğini bize açıklayabilirdi. MS 1000 yılından önce komşusu tarafından sözde şeytanla görüldüğü için öldürülen hiç kimse yoktur. İnsanlar birbirini sihirbaz ya da cadı olmakla ve kötülük yapmak için kullandıkları doğaüstü güçlere başvurmakla suçlamışlardı. Havada uçabilen ve korkunç hızlarla büyük mesafeler geçen bazı kadınlar hakkında çeşitli şeyler anlatılıyordu. Ama yetkililer sözde cadıları yakalayıncaya kadar bunları kovalamak, bulmak için araştırma yapmak ve suçlarını itiraf ettirmek için işkence yapmak benzeri eylemlerle ilgilenmiyorlardı. Aslında, Katolik kilisesi başlangıçta havada uçan cadı gibi şeylerin var olmadığını, süpürgeye binmelerini şeytanın yarattığı bir hayal olarak kabul edildiğini ısrarla belirtmiştir. MS 1000 yılında böyle uçuşların gerçekten yapıldığına inanmak yasaklanmıştır; sonraları, yaklaşık 500 yıl sonra, 1480 yılındaysa bu uçuşların yapılmadığına inanılması yasaklanmıştır. MS 1000 yılında kilise, cadıların süpürgeye binme eylemlerini şeytanın ürettiği bir simge olarak görüyordu. Beş yüz yıl sonra kilise süpürge sopasına binme olayının yalnızca bir simge olduğunu savunanların, şeytanla birlik olduğunu resmen öne sürdü.

Araştırmacı yazar ve tarihçi Giovanni Scognamillo“Medeniyetler Çatışmasında Batı’nın İnanç Temelleri” adlı kitabında engizisyon mahkemeleri ile ilgili şunları anlatıyor:

“1834′e kadar süren bu mahkemelerde, papaların kararları ve desteği ile kilise, tarihin en kanlı ve korkunç sahifelerini katliamlar ve işkenceler ile dolduruyor. Dini bir kuruluş olan engizisyon, bağlı olduğu kurumu, hiçbir şeyden kaçınmadan ve hiç kimseden korkmadan vargücüyle savunuyor. Cadılık adı altında siyasi çıkarları destekleyerek, kilisenin en korkutucu silahı oluyor. Jeanne d’Arc, cadı olarak yakılıyor.” (Jeanne d’Arc: Fransız halk kahramanı. Erkek kılığına girerek İngiliz işgaline karşı savaşmış; esir düştükten sonra diri diri yakılmış. Engizisyon tarafından dine karşı gelmek ve büyücülük yapmakla suçlanan Jeanne d’Arc, 1920′de Vatikan tarafından azize olarak kutsanmış.)

Amerikalı Fizikçi Carl Sagan‘da, “Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı” adlı kitabında,

“Cinselliği bastırılmış, erkek egemen bir toplumda, yargıçları bekar kalmaya mahkum edilmiş rahipler tarafından gelen bir ortamdan bekleneceği gibi, engizisyonda güçlü cinsel ve kadın düşmanı öğelerin de söz konusu olduğu biliniyor”

yorumunu yapıyor.

Katolik kilisesi başlangıçta havada uçan cadı gibi şeylerin var olmadığını, süpürgeye binmelerini şeytanın yarattığı bir hayal olarak kabul edildiği görüşü Canon Episcopi denilen bir belgede düzenlenmiştir. Cadı çetelerinin geceleri uçtuklarına inanan Canon, şöyle uyarır:

“Aklı imansız olan kişi bu şeylerin ruhta değil, vücutta olup bittiğini sanır. Başka deyişle, şeytan sizi ya da başkalarını geceleri uçtuğunuza inandırır, ama ne siz ne de başkaları gerçekten uçuyor olamazsınız.”

“Gerçekten” sözcüğünün ne anlama geldiğinin ve gerçek sözcüğünün daha sonraki tanımlarından farkının kesin ölçüsü bulanık olmuştur: Sizin ya da düşçü arkadaşlarınızın, başkalarıyla havada uçtuğuna inandığınız bir kişi günah işlemiş olmakla suçlanamaz. Başkalarının orada bulunmuş olmaları yalnızca bir düştür, başkaları sizin düşlerinizde yaptıklarınızdan sorumlu tutulamazlar. Ancak, düş gören burada kötü düşünceler taşıyordur ve bu nedenle cezalandırılmalıdır. Bu ceza şekli sonradan olacağı gibi yakılmak değil, aforoz edilmekti.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder