Los Angeles’ın Downtown’u diğer ABD şehirlerininkinden farklıdır. Yıllarca sadece çalışan kesim ile bol miktarda homelessın olduğu, konut olarak pek fazla tercih edilmeyen bölge olmuştur. Ancak son yıllarda yapılan yatırımlarla Downtown’ın çehresi değişmeye başlamıştır. Yeni konutlar, yaşam alanları, stadyumlar ve oteller yapılmış, artık şehrin cool bir bölgesi haline gelmiştir. Son gidişimde geçirmiş olduğu değişim karşısında şaşırmadım desem yalan olur.
LA’de geçirdiğim birkaç gün içinde Downtown’da yeni açılan bir kaç restoran/kafe’de yemek yeme fırsatım oldu. Bunlar içinde bir kere gidip keyfine doyamadığım ve uçuşumdan önce zar zor araya sıkıştırıp tekrar gittiğim bana Fransız gelse de İtalyan olan kafe/restoran “Bottega Louie” de vardı. Mekan 2009 yılında açılmış. Sonrasında bu diğer girişimcilere cesaret vermiş. Bulunduğu 7. cadde üzerinde birçok mekan onu takip etmiş.
Dekor: Bottega Louie’nin beni en çok etkileyen yanı dekorasyonuydu. Bir restoran açıcak olsam kafamdaki konsept kesinlikle bu olabilirdi. Sade bu restoranı en iyi özetleyecek kelime. Eski bir binanın altında yer aldığından tavanı inanılmaz yüksek. Duvarlar ve yerler beyaz. Masa ve sandalyelerde ise koyu ahşap kullanılmış. Bazı detaylarda kullanılan altın varaklar dekorasyona hareket katmış. Bütün bu sadelik, inanılmaz görselliğe sahip pastaları, tartları ve makaronları patlatıp göz alıcı hale getiriyor. Mekana girerken zaten sizi 10′dan fazla renk ve tada sahip makaronların sergilendiği tezgah karşılıyor. Kendinizi kaybetmeniz burada başlıyor. Son yılların trendi olan açık mutfak Bottega Louie’de de mevcut. Hem restoran kısmı hem de bar/bistro kısmı olarak mekan ikiye ayrılmış. Dilerseniz market kısmından restoran mutfağından çıkma sandviç veya tatlılarından satın alabiliyorsunuz.
Menü: Benim için kafa karıştırıcı kısmı mekanda sunulan yemekler ve pastane kısmındaki ürünler. Pastane kısmına baktığınızda tartlar, makaronlar, kruvasanlarla kendinizi Fransız kafesinde hissediyorsunuz. Ancak menü’yü elinize aldığınız da aslında bir İtalyan restoranında olduğunuzu farkediyorsunuz. Hatta restoranın ortasına bir pizza fırını bile kondurmuşlar. İlk gittiğimde Pazar brunch menüsünü deneme fırsatım oldu. Seçimim “Lobster Hash” yani Hollandaise soslu istakozlu yumurtaydı. İkinci gittiğimde ise Kobe etiyle yapılan Burger’ını denedim. Lobster Hash omlet veya haşlanmış yumarta dışında farklı tatlar arayanlar için gayet ideal. Ancak pek doyurucu olduğunu söyleyemeyeceğim. Hamburger ise tam tersi gördüğüm en büyük boyutlara sahip burgerlerden biriydi. En iyi et cinsi olan Kobe’den yapılmış olması lezzet olarak da tavan yapmasını sağlamış. Yanında servis edilen patates kızartmasına dokunamadım bile. İnanılmaz güzellikteki tatlılarından sadece Macaron’u deneyebildim. Bergamut ve Tuzlu karamelli olanlarına bayıldım.
Servis: Restoran gittiğim iki seferde de çok kalabalıktı. Fakat bu servisin hızını veya kalitesini hiç etkilemiyordu. Karşılama yapan hostesler ve garsonlar seçilirken kesinlikle fiziğe dikkat edilmiş olduğu belliydi. Tek sorun servis elemanlarının birazcık soğuk olmalarıydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder